Abdullah Koçak

Sefere niyet etmek insanın nefsine ağır gelir. Yolun sonu nereye çıkarsa çıksın insan, “dünyada gelip geçen bir yolcu gibi” olmayı tavsiye eden Efendimiz’in o kutlu hicretini hatırlayamaz kolay kolay. Sefere çıkmak da tıpkı niyet etmek gibi zordur; gidilecek yolu planlamak, konaklanacak mekanı ayarlamak, nerede ne yenmek isteniyorsa onu belirlemek gerekir. Sefer demek sabır demektir; çünkü istisnai durumlar olabilir, planlar aksayabilir, zamana riayet edilemeyebilir. Fakat “evvel refik, ba’del tarik” demişler ya eskiler, yol arkadaşların güzelse çözüme kavuşmayacak sorun da yok gibidir aslında.

Geçtiğimiz ay İzmir’e ve bilhassa Menemen’e doğru bir sefere niyet ettik Genç Gönüllü dostlarla ve 12 Mart sabahı Üsküdar’dan İzmir’e doğru 45 kişilik bir ekiple yola çıktık. Daha evvel kamplara katılmış, farklı şehirlerde çeşitli gezilere iştirak etmiştim ama sefere çıkmanın başka bir deneyim olduğunu yolculuğun henüz ilk dakikalarında fark ettim. Yaşça büyük olmanın verdiği “abilik” içgüdüsüyle pek oturmadım, ve hiç tanımadığım gençlerle tanışıp muhabbet ettim. Hepsi birbirinden parlak yüzlere sahip, pırıl pırıl insanlardı. “Seferin gayesi güzel olunca iştirak eden insanlar da güzel oluyor demek” diye düşündüm kendi kendime. İzmir’e varmak üzereyken seferimizin gayesi Es’ad Efendi’yi ziyaret olduğundan bildiğim kadarıyla ve dilim döndüğünce yaşamını, şahsiyetini ve Menemen Hadisesini anlattım.
 
İzmir’de ilk durağımız Murat Reis Camii oldu. Birkaç ay evvel merhum dedemin cenazesinin kalktığı bu camiye şimdi Mustafa Dayhan Ağabey’in sohbetini dinlemek için gelmiştik. Sohbetinde İzmir’deki evliyalardan, yakın dönemde yaşamış büyüklerden bahsetti. Biz de bu yolun yolcusu olmak istiyorsak geçmişteki büyüklerden hisseler almamızın, günümüzdeki büyüklerin meclislerine iştirak etmemizin önemli olduğunu vurguladı. İstifade ettik, Allah kendisinden razı olsun.
 
Akşam üzeri mihmandarımız İbrahim Aslan Ağabey ile birlikte Menemen’e doğru yola çıktık. Kendisi yıllardır İzmir’de hizmet eden, yüzünden nur akan mübarek bir zâttı. Menemen’de Es’ad Efendi’nin medfun bulunduğu Safa Camii’nde yatsı namazını kıldık. Ziyaretten sonra İbrahim Ağabey bizlere Es’ad Efendi’den ve Menemen Hadisesinden bahsetti. Es’ad Efendi’nin kabrini ziyaret ettik, ruhuna Fatihalar okuduk. Sonra camiye ait okuma salonunda çay ve bisküvi eşliğinde günün yorgunluğunu biraz olsun attık.
 
Ertesi gün programımız Bilal Saygılı Camii’nde Prof. Dr. Mehmet Bulut’un sohbetiyle başladı. Sonrasında ise İzmir’den ayrılıp yolculuğumuzun son durağı olacak olan Akhisar’a doğru yola çıktık. Akhisar’da yazlık bir bahçenin içinde bulunan güzel bir camide, Es’ad Efendi’nin selefi Sami Efendi’ye hayatının son demlerinde hizmet etmiş olan Süleyman Amca ile hasbihal etme fırsatı bulduk. Konuşmasına, bu yola nasıl intisab ettiğiyle başladı. Türkiye ve Arabistan’da başına gelen ilginç olaylardan bahsetti. Ardından Medine’ye hangi şartlarda yerleştiğini anlattı. Yaşının verdiği olgunluk ve taşıdığı vakar ile tane tane anlattı bizlere Medine-i Münevvere’de geçen günlerini. Dönemin âbide şahsiyetlerine dair pek çok hikayeyi yarım saat gibi kısa bir sürede istifademize sundu, Allah kendisinden razı olsun.
 
“Sefere niyet nefse ağır gelir” dedim ya başta, eğer sefer güzel geçtiyse dönüşe niyet sefere niyet kadar zorlaşır. Çünkü yola çıkmadan önce birbirini hiç tanımayan insanlar dönüş yolunda “yoldaş” olmuştur artık. Yol boyu karşılaştığımız kimseler, sohbetinden istifade ettiğimiz büyükler ve mihmandarımız İbrahim Aslan Ağabey sanki yıllardır tanıdığımız kimseler olmuşlardı. Hal böyle iken, bir hafta sonra gelen İbrahim Ağabey’in vefat haberi bizi derinden sarstı. “Dünyada gelip geçen bir yolcu gibi” olmamız gerektiğini bize tekrar hatırlattı. Mihmandarlığının makbul olması için tavsiye ettiği alanımızda güzel eserler bırakmamız isteği artık bir vasiyet olmuştu. Rabbim rahmetiyle muamele buyursun, başta Es’ad Efendi, Sami Efendi ve İbrahim Aslan Ağabey olmak üzere cümle geçmişlerimizin ruhu için El-Fatihâ… 


GENÇ'ın Yazısı.