Süleyman Çınar

İftar, bayramdır. İki büyük sevinç ânımızdan biridir iftar vakitleri. Orucun Rabbi, onu tutana senede iki büyük bayramın yanında otuz gün daha bayram yaşatır. Rabbimiz bu ânın yüreklerimizde yaktığı sevgi hâlesini büyütmek, mutluluğumuzu katmerlemek için hediye üstüne hediye sunar. Sinemizdeki şölene, bulunduğumuz mekânda esen neşe rüzgârına ortak olur. Orucun selâmet kulpuna yapışan kulunu, duâsı geri çevrilmeyen üç kimseden biri kılar. Hz. İsmail’e indirdiği koç gibi bu kutlu saatlere kutlu bir hediyeyle mukâbelede bulunur.

İftar, uğurlamadır. Orucun Rabbinin rızası için gün boyunca tuttuğumuz; kem gözden, kem sözden, her türlü fenâlıktan sakındığımız emanetimizi, kuş gibi göklere salarız. Oruç kuşumuz, geride sevinç, huzur ve mağfiret bırakarak onu nasip edenin katına kanat çırpar. Otuz günün her birinde niyetle sırladığımız, duayla teçhiz ettiğimiz bir kuş uçururuz ten kafesimizden.
 
İftar, acziyettir. Kula bir Rabbi olduğunu hatırlatır. Onun emri olmaksızın, onun yarattığı vücuda, onun yarattığı bir lokmanın dahi giremeyeceğini hatırlatır. Bir yudumu için nice serap gören çöl bedevilerinin suya kavuştuklarındaki sevinci, şükrü, acziyeti, mahviyeti hatırlatır. Kulun Rabbine tâbi olduğunun en aşikâr göstergesidir.
 
İftar; bağlılığımız, sadakatimiz ve ahdimizdir. Orucun Rabbine olan ahdimizi tüm cihâna ispatladığımız ânlardır. “Rabbim ahdim üzereyim, sen benim Rabbimsin” ifadesinin kanlı, canlı, fiile dökülmüş hâlidir. Leziz yemekler, serin içecekler, burnumuzu şenlendiren kokular önümüzde, bir uzanımlık mesafede olsa bile, “Rabbim sen ne zaman ye dediysen, o zaman yerim senin verdiğin rızkı” demenin vücut bulmuş, âbideleşmiş hâlidir.
 
İftar, zamanın kıymetini öğreten bir hocadır. Sair zamanlarda pek ehemmiyet vermediğimiz bir vakit, yüzüne bakılmayan bir para biriminin yahut değeri düşük bir hisse senedinin tavan yapması gibi kıymete biner. Bu vakitler kaç saniye, kaç salise kaldığına varıncaya dek hesapladığımız paha biçilmez ânlardır. Ramazan harici günlerde gürültünün, koşuşturmacanın eksik olmadığı demler yerini âsûde bir sessizliğe terk eder. Hatta yalnız sokaklar değil, evlere de bir sükûnet hâkim olur. Sekinet, dinginlik, sevinç bayramı yaşarız bu kutlu vakitlerde. 
 
İftar, imtihandır. Kutlu saatlerin yaklaştığı demler; midenin garip sesler çıkarmaya başladığı, boğazın kurumuş su kanallarına döndüğü, tâkatin küsen bir çocuk gibi yüzümüze bakmadığı, gözlerin farklı âlemlerle irtibata geçtiği zaman dilimleridir. Allah’ın rızası için aç kalıp kalamayacağının, Rabbinin verdiği nimetlerden yine Rabbi için vazgeçip vazgeçemeyeceğinin mücadelesini verir insan. Sabır, şükür, nimete hürmet, varlığa kadirşinaslık, gönül muvazenesi, itaat ve teslimiyet imtihanlarından geçer. 
 
İftar, aceleciliktir. Kutlu demlerin verdiği heyecan, sevinç ve neşeyle bir çocuk mutluluğu çöker üzerimize. Bir oruçlu olarak çocuğun bayramda yaşadığı saf heyecanı yaşarız. İçimizde yaşanan bu nurlu hâl içimize sığmaz. Önce sözlerimize sonra hâlimize ve nihayetinde dalga dalga ailemize, akrabalarımıza ve dostlarımıza sirâyet eder. Onların gönüllerinde de mâkes bulur.
 
Kutlu vakitler geldiğinde oruç kuşunu selâmetle uçurmanın derdine düşeriz. Onu bir ân önce menziline ulaştırmak için iki büklüm oluruz. Sağ salim varması için ellerimiz semâda kıyama durur. Öte diyarlarda nur topu gibi bir orucumuz doğsun isteriz.
 
Geçen sene Ramazan’da aramızda olup bu sene olamayan nice insan var. Bunlardan bazıları benim dostlarım, sevdiklerim, yakınlarım. Onlar da geçen sene bizim gibi oruç kuşlarını uçurmanın derdindeydiler. Fakat bu sene kuşlarını uçurdukları diyara, uçurdukları kuşlarla süzüldüler. Onlar gibi bizler de bir gün ayrılacağız bu diyardan. Ne mutlu oruç kuşunu uçurabilenlere, ne mutlu oruç kuşuyla cennette semâ edebilenlere… 


GENÇ'ın Yazısı.