Süleyman Çınar
2016 yılı Ramazan’ında “Ramazan Seferi” ismiyle düzenlenen yardım projesine katılarak Uluslararası Genç Derneği vesilesiyle Uganda’ya gittim. Güzel tecrübeler, dostluklar, izlenimler elde ettim. Oradaki kardeşlerimin Ramazan sevincine, coşkusuna, âdetlerine, dualarına ortak oldum.
Her gün farklı bir yerde minik ama Afrika kadar geniş yürekli kardeşlerimin sofrasına hem hâdim hem misafir olmak beni o kadar mutlu etti ki, anlatamam. İslami okullarda yatılı olarak eğitim alan, ailelerinden uzakta, pek çok imkândan mahrum fakat bizi yürekleri ısıtan tebessümleriyle karşılayan bu kardeşlerimle aynı sofrada olmak, büyük bir bahtiyarlıktı. Yüzlerindeki samimiyet, melahat, duruluk dün gibi hatırımda.
Bizler Türkiye’de her türlü lezzeti tadabiliyoruz, damak zevkimize uygun pek çok şey var. Hatta temel gıdaların yanında atıştırmalıklar, çerezler eksik olmuyor. Bunlar Rabbimizin bir lütfu. Elbette istifade edeceğiz. Verilen ama kullanılmayan nimetin de bir hesabı vardır. Fakat kullanırken israf etmememiz gerektiği gibi kullandıktan sonra da onları ihsan edeni hatırlamak, onlardan mahrum olanları düşünmek ve onlara yardım etmek gerekiyor.
Afrika’da hayatın bir yüzü sıcakken diğer yüzü çok soğuk maalesef. Çoğu aile, akşama ne yiyeceğini değil, yemek yiyip yiyemeyeceğini düşünüyor. Pek çok aile Ramazan’ı STK’ların ulaştırdığı erzakla geçiriyormuş. Bereket versin ki, pek çok STK’mız faaliyette orada. Sahavet sahibi nice hayırseverin yardımlarını ulaştırıyorlar. Ne kadar yardım gitse de aile ve kişi sayısı çok. Hepsine erişmek mümkün olmuyor.
İslami okullarda yaptığımız iftarların bazılarında sofralar dışarıya, okulun bahçesine kurulduğundan aydınlatma bile sorun teşkil ediyordu. Araba farlarında iftar yaptığımız yerler oldu. Öğrencilerin en sevdiği yemek bulgur pilavıydı. Onu da ancak iftarlarda bulabiliyorlardı. Kavuştuklarındaki sevinci bir görseniz gözyaşlarınızı saklayamazdınız.
İftar menüsü; muz, su, meyve suyu ve her öğrencinin kendi tabağıyla sıraya girip aldığı bulgur pilavı. Bulabilirlerse, bahtlarına pişmişse biraz da et. Et, her zaman çıkan bir yemek değil; kırkta bir, gönüllerini etmek için çıkan bir yemek. Menüde etin çıktığı zamana rastlamıştım bir iftarda. Allah’ım o nasıl bir neşe, sevinç, mutluluk!
Çok hoş manzaralar vardı. İftardan önce çocuklarla oyunlar oynadık, sohbet ettik. Voleybol maçı yaptığımız bile oldu; voleybol topuyla değil elbette, top gibi bir şeyle. Türkiye’de iftara yakın saatler genelde mayıştığımız saatler olabiliyor ama orada öyle değil. İnsan daha hareketli hissediyor kendini. İftar saatlerine yakın çocukların Kur’an kıraatlerini dinledik, mest oldum gerçekten. Eşine az rastlanır, özel sesleri; özgün kıraatleri var. O içli, yanık, samimi ses sineye öyle bir saplanıyor ki, gönlü kavuruyor. O anları anlatmak kolay değil; oranın havasını, güzelliğini temaşa etmedikten sonra kolay kolay anlaşılmaz.
***
2017 Ramazan’ında umreye gittim. Umre diğer zamanlarda nasıldır bilmiyorum ama Ramazan’da bir başka. Sanki dünyanın içinde bambaşka bir dünya varmış da insan kısa bir süreliğine oraya kabul edilmiş bahtlı kullardan hissediyor kendini. Ramazan’ın son 10 gününe tekabül eden süre zarfında Medine’deydim.
O beldelerde iftar edebilmek ayrı bir nasip. Oradaki iftarlar, bir tahtaya serpilen yapboz parçaları misali 72 milletin bir tabloda olduğu ortamlar. Nasıl ki bütün aile iftarda bir araya gelip neşeli bir iftar geçiriyorsa ümmet ailesi de oralarda bir araya geliyor. Oradaki iftarlar ümmetin aile fotoğrafı sanki. Tüm milletler yan yana, diz dize…
Afrika ve Asya’dan gelen Müslümanlar çok önem veriyorlar itikâfa. Bilhassa Mescid-i Nebevi’de. Orada açılan ümmet sofralarında iftarlarını edip ibadetlerine devam ediyorlar. Bu da güzel manzaraları beraberinde getiriyor. Kim olduğunu bilmediğin, tanımadığın ama öz kardeşinden daha yakın bir bağla bağlandığın kardeşinle aynı sofrada birlikte oturuyorsun ve iftar ediyorsun. Onun duasından, tebessümünden, saf yüreğinden nasibdâr oluyorsun. Bundan daha muhteşem bir şey var mı?
Muhabbet etmeyi çok istedim ama dilim yetmedi maalesef. Fakat bu, derdimi anlatamadığım anlamına gelmesin. Müslümanız sonuçta, evrensel bir dilimiz var. Dinimizin bize bahşettiği lütuflardan biri de bu. O zamanlar bir rahatsızlığım vardı, şimdi geçti çok şükür. İftar sofrasına oturduğumuzda onu soranlara tafsilatlı bir açıklama yapamıyordum ama üç kelime derdimi anlatmaya yetiyordu; şifa, şafi, dua. Bunu duyan güzel insanlar iftar vaktine yakın ellerini açıp benim için dua etmeye başlıyordu. Böyle böyle çok defa dua almak nasip oldu. Dillerini bilmediğim ama gönüllerinin güzelliğinden tereddüt etmediğim insanlar benim için dua ettiler.
Oradaki iftarlar çok kısa, ezanın okunmasından itibaren takribi 10 dakika. Süre dolunca kamet getiriliyor ve hummalı bir iş başlıyor. Herkes sofranın bir ucundan tutuyor. Sofralar toplanıyor, kaldırılıyor. Namaza geçiliyor. Namazdan sonra herkes kendi ibadetinde, zikrinde. Zaten o sürede bitiyor iftar. İftar menüsü hurma, zemzem, muz, biraz kuruyemiş (fındık, fıstık gibi), roll ekmek ve yoğurt. Mescidin avlusunda olursanız pilav veriyorlar bazen. Bu yiyecekler pekâlâ doyuruyor insanı. Burada zengin sofralara alıştığımızdan veya alıştırıldığımızdan garip geliyor oradaki iftarlar. Açıkçası ilk zamanlar bana da garip gelmişti ama zamanla bundan tarifsiz bir haz almaya başladım. İlk zamanlar 10 dakika kuralını bilmediğimden yavaş davrandım ve garipsedim, şaşırdım açıkçası. Daha sonraları alıştım ama her ne kadar alışmış olsam da benimseyemedim. Ne de olsa biz millet olarak biraz keyfine düşkün insanlarız, yavaş yavaş yemekten daha hoşnut oluyoruz.
İnsan, kutsal beldelerde ve oradaki iftarlarda tarifsiz bir zevk, inanılmaz bir sevinç, yüreğini fersah fersah genişleten ayrı bir heyecan duyuyor. Dilerim Rabbim sizlere de yaşamayı nasip etsin.
GENÇ'ın Yazısı.