Muhammet Mustafa Tuncay

Çocukluğumuzda heyecanla erkenden uyandığımız o güzel günler tekrar geldi. Arefe günü akşamdan bayram için hazırlıklar yapılır, tatlılar misafirler için şerbetlenir, bizler de bayram namazı için temizlenir, sabah namazı saatini beklerdik. Tabii elbiseler, ayakkabılar da yatağımızın başucuna konulurdu. 
 
Dedemlerle birlikte yaşıyorduk. İki katlı müstakil bir evimiz vardı o zamanlar. Dedemler üst katta otururdu, alt katta da biz oturuyorduk. Dedem, babam ve ben her bayram namaza birlikte giderdik. Dedemler üst katta olduğu için vakit yaklaşınca bize yukarıdan bir tıklatma sesi gelirdi. Dedemin “Hazırlanın, çıkacağız birazdan” demesiydi bu. Normal vakitten daha önce kalkılır, sabah namazını camide kılar, bayram namazı için vaktin gelmesini beklerdik. Evden çıkarken dedem her seferinde ağzımıza tatlı bir şey almamızı söylerdi. Ayrıca giyiminden kuşamına kokusuna kadar bayram namazı için büyük bir hazırlık yapardı. Bizlere de hatta her bayram yeni elbiseler alınması için telkinlerde bulunurdu. O zamanlar çocuğuz tabii. Gün de aymamış, her yer karanlık. Bayram namazı yolunda o yepyeni kıyafetlerimizle yürürken büyük bir sevinç kaplardı yüreğimizi. Sabah namazını kılar, bayram namazı için vakti beklerdik o zamanlar bizler için sıkıcı olan bayram vaazını dinlerken.
 
Vakit gelince namaz kılınır, camide ve dışarıda kısa bir bayramlaşma yapılırdı. Aslında evden çıkarken de sabırsızlıkla beklediğim o heyecanlı ana gittikçe yaklaşıyorduk. Cami çıkışında sıcak simit satılırdı her bayram namazından sonra. “Altı tane üç lira!“, “Altı tane üç lira!” diye dikkati iyice kendine çekerdi simitçi. O simitlerden bitmeden alabilmek için dedeme veya babama sürekli “hadi hadi” derdim. Hazırlanmış poşetler olurdu. Altı kişi olduğumuz için hazırlanmış poşetleri çok beklemeden alıyorduk. Eve varmadan simidin yarısına geliyordum. Kalan beş buçuk simidi de ev ahalisi dedemin çok sevdiği tarhana çorbasıyla buluşturmak için bekliyorlardı. Ben yarısını yediğim için en kolay bana verebilecek olan merhametli annemi seçiyordum. O da dayanamaz paylaşırdı haliyle benimle.
 
Eve gelir gelmez kardeşimle büyüklerimizin ellerini öper, harçlıklarımızı alırdık. Büyükler de kendi arasında bayramlaşırdı.  Sonrasında o hafif soğumuş simitlerle tarhana çorbası buluştururduk. Her bayram yaklaştığında arefe gününden bu manzara gözlerimde canlanır hep. Bu hikaye 20 yaşıma kadar aksamadan böyle gitti diyebilirim. 26 Şubat 2016 tarihinde dedem vefat etti. Rabbim mekanını cennet eylesin. Dedemle hatırladığım on beş bayramım var belki de böyle. Bayram sabahları bu anımızı hatırlarım hep. Tam bu zamanlar dedemle geçirdiğim bayramlara götürür beni. Onunla buluştuğum güzel anılardan biridir benim için. Bizlerde vefatından sonra her bayram namazı çıkışında kişi adedince eve simit alıp tarhana çorbasıyla buluşturmaya gayret ediyoruz. Bir nevi dedemden bize manevi mirastır bu.
 
Çocukluğumuzda heyecanla erken uyandığımız o güzel günler yine geldi. Bir hatıram olarak paylaşmak istedim. Çocuklarımıza bayramın bereketini güzelliğini hep birlikte yaşatalım. Ellerinden tutalım, birlikte gidelim camilere. Çıkışlarda simit alalım yine. Onların gönüllerini hoş edelim. Büyükleri ziyaret edelim birlikte. Tabi imkan dahilinde bayramlıklarını da arefe günü akşamından hazır koyalım başuçlarına.
 
Velhasıl anılarla hatırlayacağı bayramları heyecanla beklesin o küçük yavrucaklar.


GENÇ'ın Yazısı.