Süleyman Çınar

Merak öldürmez ama insan merakını öldürür zamanla.

Çocuklardan öğrendiğimiz, öğreneceğimiz, öğrenmemiz gereken çok şey var. Çevresini yeni yeni temaşa eden, varlıklara ürkek bir serçe gibi yaklaşan, kalplerine siyahın hiçbir tonunun bulaşmadığı bu saf gözlerden hayatı seyretmek insana çok şey kazandırıyor. Onlar büyükler gibi değil zira. Ezberledikleri kitabi bilgilerle davranmak yerine, enginlere koşan yılkı atları gibi hareketlerine ket vurmadan, meraklarının rehberliğinde hareket ediyorlar. Saf dimağlarını tecrübi bilgilerle doldurmak için çabalıyorlar.
 
Çocuk deyip de geçmemek lazım. Her birimizden daha keskin zekâları, kavrayışları; akıl sır erdiremediğimiz izahatları var. “Çocuklaşma, çocuk gibi davranma, çocukça hareketler…” diyerek tahfif etmek, müstehzi tavırlar takınmak çocuklara yapılan en büyük hakaret. Zira onlar, her ne kadar göremesek de, fark edemesek de büyük bir iş başarıyorlar. Dışarıdan gelen merak köreltici her barikata karşı kar fırtınasına rağmen açan kardelenler gibi meraklarını açtırmasını biliyorlar.
 
Onları izlerken gönlüm huzurla, neşeyle, tarifsiz bir sevinçle doluyor. Bazen de küçüklüğümüzün saadet tablolarını seyrettiğimiz aile kasetleri gibi geride kalan çocukluk yıllarımdan izleri seyrediyorum onların sayesinde. Geçen de öyle oldu. Yeğenim Ahmet Ali yanıma geldi. Ödev yapmış, epeyce soru biriktirmiş. “Dayı çözer miyiz?” dedi, “Tabii ki çözeriz” dedim. Kendisi henüz 4. sınıfa gidiyor, hâliyle biraz yardıma muhtaç.
 
Ben sorularını çözerken o da mutat olduğu üzere odamı karıştırmaya başladı. Göz ucuyla onu izliyordum. Eline aldığı malzemeleri, kitapları, teknolojik cihazları röntgene bakan mütehassıs hekim edasıyla inceliyor, eviriyor çeviriyor; ne işe yaradıklarını, üzerindeki İngilizce yazıları çözmeye çalışıyordu. Bu hâli izlemek, film izlemekten öte tarifsiz bir haz veriyordu bana. Zira ben o malzemelere alışmıştım artık, onlara ilk kez karşılaşmış gibi bakmam ve hayrete düşmem mümkün değildi. Ama yeğenimde bunu görebiliyordum. Bilmediği pek çok şey vardı daha. Onları eline aldığındaki tarifsiz hayret, bitmek bilmeyen merakla birleşince çok hoş manzaralar çıkıyordu ortaya. Onu eline aldığı şeyle baş başa bırakıyor, sanki o şeyi ilk defa elime almış gibi bir hissiyatla geri plandan seyre dalıyordum. Bu vesileyle de o nimetlerdeki göremediğim güzellikleri, nüansları, yaratılan her varlığın ayrı bir ihtişama sahip olduğunu tekrar keşfediyordum. Bu meraklı bakışlardaki sırlı hayret perdesinden Allah’ın lütfettiği nimetlerin kıymetini, aslında ne de çok nimete gark olduğumu fark ediyordum. Bu da Süleyman Ragıp Ağabey’in “Şükür, kıymet bilmektir.” dediği gibi şükre vesile oluyordu. 
 
Ahmet’in eline aldığı şeyi çözemediği zamanlarda büyük bir sağanak boşanırdı üstüme, soru sağanağı. Bu sefer de öyle oldu. Gelecek tepkilere kalkan yaptığı tebessümünün ardına sığınarak, samimi merakıyla peş peşe sorular sıralamaya başladı. Fakat bu sefer bende cevaplayacak takat yoktu maalesef. Ramazan ayı olması hasebiyle üzerime çöken mahmurlukla ikindiden sonra iftara kalan zaman içerisinde yavaş yavaş artan halsizlik birleşince ister istemez biraz durgunlaşmıştım. Sorularını, “Biraz uğraş bakalım, bulursun sen, ha gayret…” diyerek birer ikişer geçiştirmeye başladım. Sonunda geçiştiremeyeceğimi anlayınca biraz bunaldım açıkçası ve istemsizce şu sözler döküldü ağzımdan: “Ne çok soru soruyorsun Ahmet, bu ne merak?” Böyle deyince biraz eridi, ezildi, büzüldü, yüzünü buruşturdu. Hiç beklemediğim bir tepki verdi: “Ama dayııı, merak öldürmez ki…” Doğrusu hiç beklemiyordum böyle bir cevabı, şaşaladım. Mahmur gözlerim açıldı, gafletten mayışmış halim üzerimden kalkıverdi. Yüzüne baktım. Verdiği cevaptaki samimiyetten taviz vermeyen, merakını tatmin için bekleyen saf çehresini bana doğrultmuş hâlde bir cevap bekliyordu.
 
Onun bu halini görünce küçüklük fotoğrafım gözüme yerleşti. Belki bende ondan daha şiddetli bir merakın nüvesi vardı bir zamanlar. Ama o günden bugüne eski duvardan düşen sıvalar gibi, yıllanmış bir tablonun solan renkleri gibi bir şeyler kopup gitti merakımdan. Büyüyen ve büyüdükçe de bir şeylerini geri dönülmez bir şekilde yitiren her insan gibi… O anda bir şey söylemek istedim ama vazgeçtim. Söyleseydim şayet: “Merak öldürmez ama insan merakını öldürür zamanla, sen asla onlardan olma.” demek isterdim. “Dilerim şu merakın, saf yüreğin gibi her zaman taze kalsın.” diye geçirdim gönlümden.
 


GENÇ'ın Yazısı.