İbrahim Erdem Yıldırım

Ahmet Hamdi Tanpınar´ın dilinden hocası Yahya Kemal´le bir anısı aynen şu şekildedir: "Bir gün Yahya Kemal`e “Neydi bu eskilerin hayatı acaba? Nasıl yaşarlardı?” diye sormuştum. Gülerek, "Gayet basit” dedi ve ekledi, “Pilâv yiyerek ve Mesnevi okuyarak. Medeniyetimiz pilâv ve Mesnevi medeniyetiydi. Birkaç yıl sonra Bağlarbaşı`ndan Karacaahmet`e doğru inen yolda -kim bilir hangi vesile ile- canlanan maziyi yakalama arzusuyla aynı düşünceye döndü, “Medeniyetimiz Mesnevi ve cihad medeniyetiydi.” 1

Yine Ahmet Hamdi Tanpınar´la Yahya Kemal´le dilden dile aktarılan diyalog şu şekildedir: 
 
"Üstad, bu millet Viyana kapılarına nasıl gitti?" 
 
"Pilâv yiyerek ve Mesnevi okuyarak."
 
Pilav elbette bulgur pilavı. Nitekim pirinç pilavı ancak saray mutfağında bulunurdu. Bulgur ve Mesnevi… İki kelimeyle milletimizi anlatıvermiş üstad. İlk bakışta çerilerin pazılarını bulgurla şişirdiğini ve bu kuvvetle Viyana kapılarına dayanmış olduğu düşünebilse de üstadın bu sözleri daha derin anlamlar ifade ediyor. 
 
Önce bulgur pilavının ne anlam ifade ettiğine bir bakalım. Halil İnalcık, “Büyük kitlelerin geçimi, geçimlik ekonomi, ordunun ve şehirlerin iaşesi hububat ekimine, başlıca buğday-arpa ekimine dayanır. Darlık ve açlık, hububat ekiminde noksandan ileri gelir. Devlet bu yüzdendir ki, tarla ziraatını, hububat ekimini kontrol altında tutmak zorunluluğunu duymuştur. Osmanlı kanunnamelerinde kesin bir madde vardı: Tarla; bağ ve bahçe haline getirilemez. Tarlaların devamlı işletimi kanûnla garanti altına alınmıştır.”2 diyor. Anlıyoruz ki, buğdaydan elde edilen ürünler halkın temel besinlerini oluşturuyordu. Hâlâ da öyle olsa gerek. Öyle ya Anadolu´da bir söz vardır: “Ekmeksiz karın doymaz.” Kıtlık, fakirlik dönemini görmüş eskiler çocukların yemeğe göre az ekmek tüketmesi halinde hâlâ bu sözlerle uyarır. İşte bolca bulunan buğdayın pişirilmesiyle elde edilen bulgur pilavı elde olanla yetinmeyi, yemek için yaşamayı – başka bir deyişle zevk için yaşamayı – değil, yaşamak için yemeyi doğrusu mütevazı ve kanaatkâr bir hayatı sembolize ediyor. 
 
Mesnevi’nin özelliği derin meseleleri (ayet, hadis, ahlak mevzularını) zaman zaman eğlenceli, halkın dilinde ve hayattan örneklerle, hikâyeleştirerek anlatmasıdır. Anadolu insanının dili sadedir, basittir ve içinde derinlik barındırır. Yaşanmışlık hissedilir. Kısa, basit cümlelerle çok şey anlatır. Bunu en açık Yunus Emre´de görürüz. Mesnevi de halkın diliyle yazılmıştır. Basit cümlelerle, zaman zaman eğlenceli, hikâye şeklindeki örneklerle… Milletimiz Mesnevi’yi Mevlâna´nın anlatım biçimiyle beraber yaşamıştır.
 
Ekonomisiyle, ordusuyla, hukukuyla, siyasetiyle, ilmiyle dönemin en büyük devletini “Devlet-i Aliyye´yi” meydana getirerek Viyana kapılarına dayanan millet işte böyle yaşadı. Kanaat edip tevazu dolu bir hayat sürerek ve ilmihali kültürüyle beraber idrak ederek. Birkaç yüzyılda beylikten Viyana kapılarına dayanan bir devlete dönüşen ecdat bu vesileyle bize dev bir kültür mirası bıraktı. Günümüzde kalkınabilmemizin anahtarı hâlâ bu mirasta saklı. Ne diyordu Üstad Yahya Kemal: “Gayet basit, pilav yiyerek ve mesnevi okuyarak.” 
 
1: A. Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, 26 

2: Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu, Toplum ve Ekonomi, 15 


GENÇ'ın Yazısı.