Şehadet Taş

Yılın en uzun gününün 21 Haziran olduğu söylenir ya, bunu bir de hastane bahçesinde hasta yatağında ölüm kalım mücadelesi veren sevdiklerinden umut bekleyenlere sormak lazım. Belki de zamanın geçmiyor oluşu en çok hastalar için zordur. Akıbeti hakkında yaşadığı belirsizlik, ağlaya ağlaya çocuklarını annesine emanet ederek ameliyathaneye girmesi... Yürek bu acıya nasıl dayansın? Bu acıya şahitlik edenler için gün geçer mi? 

Dün biricik kuzenim tam bu şekilde ameliyata girdi. Kanser hastasıydı. Gördüğü herkesten helallik istiyor, dünyanın gamsız oluşundan dem vuruyordu. O, artık görmüştü dünyanın hiçbir değerinin olmadığını. Canı gitmişti çünkü. Zira henüz 26’sında gencecik bir anneydi. Sadece evlatlarına çok üzülüyordu. Zira son doğan çocuğu henüz birkaç aylıktı. Anne yüreği işte. Ya bana bir şey olursa, ya evlatlarım ardımda boynu bükük kalırsa diye üzülüyordu. Başka üzen şeyler de vardı elbette. Hastalığına rağmen onu anlamayanlar, sözleri ile incitenler, yükünü onunla omuzlamayanlar ve daha nice kırgınlıklar… Canı çok yanıyordu. 
 
Bu olanlar karşısında o gün hastanede Kendimden geçercesine düşündüm. Bir an kendimi düşünceler eşliğinde hastane bahçesinin az ilerisindeki misafirhaneye atıverdim. Düşünmeye devam ediyordum. Yok yere hayıflandığım zamanlar düştü aklıma yahut zaman zaman öfkemize yenilip kırdığımız onca kalp, hakkında suizan ettiklerimiz... Bir kalbi kırıp döktükten sonra yüzde yüz haklı olsak ne yazar. Düşünsenize incitici sözlerle kalbini kırdığımız, belki hayata küstürdüğümüz onca insan var etrafımızda. Bir taraftan Allah’ım nasıl olacak, nasıl düzelteceğiz bunca hatayı diye düşünüyordum. Diğer taraftan da kuzenime bakıyorum. Çok genç biri, bu hastalığın ona isabet edeceğini hiçbirimiz tahmin edemezdik. Ama hayat işte, imtihanın nereden, ne şekilde geleceği hiç belli olmuyor. 
 
Bu dünya hayatı geçici ve kısacık. Demek ki birilerini kırmak, üzmek, derdine dert katmak için uygun bir yer değil. Oysa biz kırık kalplere merhem, ağrıyan gönle şifa olmanın derdiyle yaşamalıydık bu hayatı. Tüm bu düşüncelerle beraber üzerinde vav harfi misali iki büklüm oturmuş bulunduğum sedire bir teyze yanaştı ve oturdu. “Nasılsın kızım?” deyince başımı kaldırdım hemen, o soruya ne kadar da ihtiyaç duymuşum. Ama konuşacak mecalim kalmamıştı. “Hamdolsun…” demekle iktifa ettim. Teyze sıcacık muhabbetiyle yüreğimizi serinletmek için olsa gerek devam etti: “Bak kızım, dünya hayatı işte bu kadar. Biz hep dünya hayatımızı imar etmekle meşgul oluyoruz ya, burası geçici aslında. Aslolan ahiret için çalışmaktır. Bak şu lambayı görüyor musun, onu alıp yuvasına takmazsan sana ışık vermez. Öyleyse ahiret hayatımızın aydın olması için de oraya ışık olacak amellerle gitmek lazım. Ben etrafımdaki herkese söylüyorum. Yemek yapınca bir miktar sadaka verin, paranız varsa ondan sadaka verin. Namazlarınızı kılın. Bize kalacak olan bunlar.” dedi. “Ne kadar güzel konuştun teyzeciğim. Gerçekten bize kalacak olan bunlar sadece.” dedim ve dalgın bir vaziyette tam misafirhaneden dışarı çıkmaya yönelmişken bir abla seslendi arkadan: “Şimdi hatim yapılacak, isterseniz kalın ve katılın duaya. Size de iyi gelir.” Ablamla beraber heyecanla, “Tamam, olur kalalım.” dedik. 
 
Taziye evlerinin büyüklüğünü ve soğukluğunu andıran misafirhanede ablalar, teyzeler kocaman bir halka oluşturup kasvetli duvarlardan hissedilen soğuk ve ürkütücü havayı Kur’an okuyarak bertaraf ettiler. Oradan çıkmak istemedim. İlahi kelam kalbime, ruhuma, zihnime çok iyi gelmişti. İçten içe kuzenim için hep dua ediyordum. Hatim duasıyla birlikte ruhum biraz olsun sekînete kavuşmuştu. Sanki kuzenim o dualar vesilesiyle aramıza dönecek gibi hissettim, nitekim de öyle oldu hamdolsun. 
 
Aslında duanın mahiyetini bilirsek tesirinin de kuvvetli olduğundan şüphe etmeyiz. Bilâkis duaya var gücümüzle sarılırız. O güzel insanlar da bu hakikatin farkında olmalılar ki, kana kana dua ettiler. Biz de içten, “Âmin, âmin, âmin…” dedik. Bir de bu zor süreçlerde hani dua talebinde bulunduğumuz yakınlarımız var ya, onlar hep var olsunlar. Bir mesajla da olsa ahvalimizi konuşuyor olmamız insana nasıl iyi geliyor, anlatamam. Onların duasını alınca kendimizi iyi hissederiz ya, bilen insana bundan daha değerli zenginlik yoktur. Zira insan dediğimiz aciz ve zayıf işte. Birilerinin duasında yer almaya muhtaç bir varlık. 
 
Duamızı, sevgimizi esirgemeyelim birbirimizden. Yardımlaşalım, dertlerimizi de sevgilerimizi de paylaşalım. Derdimiz paylaşarak azalsın, sevgimiz paylaşarak çoğalsın. Bir yetimin başını okşayalım, bir mazlumun evine yiyecek yemek götürelim, birinin herhangi bir ihtiyacını giderelim. Bize kalacak olan bunlar. En önemlisi de bugün sevdiklerimize söylemek istediğimiz her ne varsa çıkaralım heybemizden, yoksa zaman kalmayabilir. Kırdığımız kalpleri yeniden kazanmaya çalışalım, akraba ziyaretlerini ihmal etmeyelim. 
 
Biz onları yahut onlar bizi kaybetmeden sarılalım sevdiklerimize, geç kalmayalım. Bu hayatta ölüm var. O halde sevgili babacığım, anneciğim, ablalarım, abilerim, kardeşlerim, canım akrabalarım, biricik dostlarım ve hürmet ettiğim, gönülden muhabbet duyduğum kıymetli hocalarım, canım öğrencilerim… Hepinizi Allah için çok çok çok seviyorum. Sizler için Allah’tan en hayırlı akıbetler diliyorum. Selâmetle kalınız… 


GENÇ'ın Yazısı.