Süleyman Çınar

Memleketimin ekseriyeti orta yaşlı ve yaşlı. Yaşlılar bu grubun önde gelen sınıfı ve büyük bir kısmı da dertli; kimisi eşinden dostundan, kimisi komşusundan, kimisi de oğlundan kızından. Dertlerini anlatacak kimseleri, yüreklerini boşaltacak yakınları, önemsendiklerini hissettirecek bir varlıkları yok yanlarında.

Gözleri sürekli kapıyı gözlüyor. Kapı açıldığında hazine bulmuş defineci gibi, gurbetten gelen yavrusunu bağrına basan anne gibi, çocuğunun doğduğu haber verilen baba gibi seviniyorlar. O sevinci görmeniz lazım. Lakin sevinçleri bir saman alevi misali sönüp gidiyor hemen. Hüzünleniyor, kederleniyorlar. Onları o hâlde görmek gönül taşıyan herkes için gerçekten zor bir durum. Gönüllerini yapmak için canhıraş azmedildiğinde ise mahviyetle, “Yok yavrum. Ölümün ağırlığı, yaşlılığın yorgunluğu…” deyip geçiştiriyorlar ve nihayetinde gözyaşlarıyla anlatıyorlar asıl dertlerini: “Allah kapılara baktırmasın…”
 
Memlekette olduğum zamanlarda ara ara Tenzile Teyze’yi ziyarete giderim. Yüzündeki melahat ve halavetle, manevi büyüklüğünün verdiği halim, selim tavrıyla derviş meşrep bir insan. Engin gönüllü, yanına gelene hediye vermeden bırakmaz. Epey yaşlı olmasına rağmen misafirini ayakta karşılar, ayakta uğurlar. Tebessümünü eksik etmez, yüzü her dem sevinç ve şetaret yuvasıdır. Zikrini, Kur’an’ını, namazını hiç aksatmaz; Hakk’a aşık, vuslata hasret bir gönül sahibi. Letafet dolu bir ruhu var; incinmez, incitmez, o kadar hastalığı var ama şikâyet etmez. Derdini açmaz kolay kolay, Allah ile müstağnidir. O kadar dert çekmiş; ıstıraba, eziyete uğramış ama hâlâ başına gelen her olayı, derdi, tasayı uhulet ve suhuletle halletmeye gayret eder. Kısacası irfan damarına sahip yüce gönüllü, alicenap bir Allah dostu bana kalırsa.
 
Zihni ilk günkü gibi terütaze. Hafızası yaşı ilerledikçe daha da gençleşmiş, dinçleşmiş sanki. Olayları, insanları, okuduklarını, dinlediklerini daha biraz önce yaşamış yahut dinlemiş gibi anlatır. Yaşayan, yürüyen tarih gibi. “Bunları nasıl hatırlıyorsun” diye sorduğum zamanlarda muzip bir dille patlatır nükteyi: “Ben hepsini kafama yazıyorum...” 
 
Yanına her vardığımda nasihat eder; ibadetlere, dualara ve kulluk münasebetimize dair hatırlatmalarda bulunur. Bunu da öylesine güzel bir şekilde, samimiyetle ve mahviyetle yapar ki, kendi benliğini aradan çeker. Sanki başka biri yapıyormuş gibi hissedersiniz. Sorsanız, “Bende bir şey yok yavrum, Allah’ın aciz bir kuluyum.” der.
 
Bütün bunları niye anlattım? Çevremizde nice güzel insan var ama bilmiyoruz, bilemiyoruz, göremiyoruz. Kadir kıymet bilenler için onlar bir hazine. Onlar bu dünyadan göçmeden önce güzel insanların değerini bilmek ve dualarını almak lazım.
 
Tenzile Teyze’nin birkaç nasihati ile kapatayım mevzuyu. Sürekli gurbette olunca yanına pek uğrayamamıştım. “Kusura bakma Tenzile Teyze, uzun zaman oldu, gelemedim yanına, malum gurbetteyim.” deyince, “Olur mu evladım?” demişti derviş meşrep bir tavırla, “İnsan her daim gurbette. Zaten şu eşiği aşınca, evin kapısından çıkınca başlıyor gurbet...” 
 
Hafif dertlenir gibi olur bazen. Hüzün bulutları yanaklarını okşamaya yüz tutar. Ama hiç enseyi karartmaz, belli etmemeye çalışır elinden geldiğince. “Ne oldu Tenzile Teyze, bir sıkıntın mı var?” diye sorar, belki bir derdine merhem olurum diye umutlanırım ama orada da güzel bir nasihatle uğurlar beni: “Rabbim ön gürlüğü değil, son gürlüğü versin oğlum. Sağ olana her gün bayram…”
 
Geçen konu evlilikten açılınca öyle bir nasihat verdi ki, hâlâ kulaklarımda çınlar. Menfaat, mal, para gibi şeyler üzerine kurulan evliliklerden dem vurdu ve asıl güzelliğin sevgi ve saygıda olduğunu belitti. Nihayetinde, “Yavrum” dedi, “ İnsan ayağıyla mal getireceğine başıyla devlet getirsin.”
 
Gönül mevzusunda konuşurken de şu dörtlüğü söyledi, hâlâ hatırımdadır:
 
“Çeşme yaptırmışsın,
 
Su içmeye tası yok.
 
Gönül kırmışsın,
 
Tamir edecek usta yok.”
 


GENÇ'ın Yazısı.