Ömer Akyüz

Hayat yolculuğunda ilerlerken yürüdüğümüz yolda birçok maddî ve manevî sebeplerle karşılaşırız. Bunlara vereceğimiz tepki tamamen bakış açımızda saklıdır. Hayata hangi perspektifle ve hangi pencereden baktığımız önemlidir. Olayları hayata baktığımız pencereden yaşarız, anlam verdiğimiz perspektifle de bir mânâya kavuşuruz. Anlam, bize öznelliği; mânâ ise bize bizzat hakikatin kendisini verir. Hayata bakış açısında herkes bir anlam kazanır ama mânânın aslına kavuşmak herkesin harcı değildir. Anlam, bedenin dışsal sebeplere maruz kalan; değişen, bozulan, yıpranan ve sonlu olan kısmını kapsar. Mânâ ise ruhun içsel dinamiklerinden hız alan; yenilenen, üreten ve sonsuz olan kısmını oluşturur. Bakmanın en zarif kısmında ise mânânın bizzat kendisi yatar; sade, öz ve hakikatin verdiği lezzet biçimi.
 
Yaşadığımız her ânın bir anlamı ve bir sonucu vardır. Hayatımıza anlam katan nokta, sonlu bir yolun sonunda sonsuzluğa yol alacağımız yeni bir başlangıcın olmasıdır. Sonuçlar manzumesi yaratan nokta ise akıl ve ruhun bedenle buluştuğu fiillerde ortaya çıkan gerçekliktir. Gerçeklik ilkesini barından her davranışın bir sonucu vardır. Bu durum bakış açımızla da asıl anlamına kavuşur. Hayata verdiğimiz tepkiler tamamen bunların altında yatan bakış açımızda saklıdır. Bakmak, anlamı; görmek ise bize mânâyı verir.
 
Peki, hayata çocuk kalbiyle bakmanın güzelliğini bilir misiniz? Tüm kötülüklerden arınmış, saf ve temiz bir çocuğun kalbinden akan ışıltının gözlerle buluşmasından bahsediyorum. Bir çocuğun kalbi; bir yolun en lezzetli hâli, bir sözün en saf dirilişi ve bir bakışın en masum yeridir. Çocuk kalbiyle bakmanın verdiği ışık, türlü hayaller içinde yol almaya benzer. Hayalin kendisiyle hemdem olan, önü aydınlık ve bıraktığı izlerle hakikatin verdiği mânâ ile bütünleşen bir yapıya bürünür. Değişmez hiçbir şeye bu bakış, yaraya şifa olurcasına merhem olur. Bütünlüğü esas alan, herkesi içinde gönül hoşnutluğuyla sevindiren bir bakıştır. Bakmanın saf hâline rast gelmenin güzelliğidir bu. İstemek ve aramak arasında depreşen arzular içinde dirilir. Etrafı çevrilen bir figüranın en ince dokunuşlarıyla bezenir, bakmanın getirdiği ihtişamdır bir nevi.
 
Hayatı okumanın inceliğini çocukluk evresinden başlarız. Yaş arttıkça dünyaya bakış açımız da değişir. Bir çocuğun hayalindeki dünya ile bir yetişkinin zihninde gezen dünya hiçbir zaman bir olmaz. Dünya telaşesi içerisinde kaynayan zamanın en uç noktasıyla, en acımasız şekline muhatap olan yetişkin zihni; hayata zarif dokunuşların ne başında ne de ortasında yer alır. Bulunduğu yeri güzelleştiren, hayatın ıssız yerlerinden ırak, yaşamın renkli tarafından dem vuran ve her bakımdan zarifliğin nişanesini vuran bakış; çocuk kalbiyle bakmanın inceliğidir. Bütün sır, yaşın verdiği olgunlukta değil, tamamen bakış açımızda saklıdır. Bazen hakikat, küçük bir çocuğun masumane bakışlarında; bazen de yaşlanmış bir bedenin dünyaya buğulu gören gözlerinde saklıdır. Hangi gözle bakarsak bakalım, hakikati ancak doğru bakış açısıyla buluruz.
 
Kâinat kitabıyla ilk karşılaştığımız evredir, çocukluk evresi. Olayları tek bir nefeste anlamak zordur. Tek bir bakış açısıyla da görmek zordur, doğruları. Çocukken görüp anlam verdiğimiz olaylar ile yetişkinlik evresinde gördüğümüz olaylara verdiğimiz anlam arasında duygusal açıdan birçok fark bulunur. Bunları kalpte toplama yöntemini öğrenmeliyiz. Kalple yola çıkmanın güzelliğini keşfetmeliyiz. Bir çocuğun gönül gözüyle verdiği bakış açısını yakalamalıyız. İnsan, kan pıhtısından yaratılmıştır fakat gönülden müteşekkildir. Gönül gözüyle bakmanın inceliğini bulmalıyız. İşte o zaman hayata bakış açımız ve hayatımız daha anlamlı hâle gelecek ve mânâya da dokunanların yoluna yoldaş olacağız.
 
Şu kısacık dünya hayatında sığ ve dar kalıplarda gezen insanlardan ırak, hayata daha geniş perspektifle bakan, mânâ âleminden izler bırakan ve olayların künhüne vâkıf bireyler olmanız duasıyla.
 


GENÇ'ın Yazısı.