Meryem Murat

Yağmur semadan inmeden önce yeryüzünü müşahede eder, kimin derdine deva olacaksa ilk ona gidermiş. Bugün sıra bendeydi belli ki. Yağmurun sabaha yakın vuku bulması ve yağmurun sesine uyanıp şafak vakti boyunca yağan sağanak yağmuru seyretmem, yağmur ile arkadaş olmam için geçerli bir sebepti. Fırsattan istifade edeyim derken pencereden elimi dışarıya uzattım. Çok geçmeden elim rahmet tanecikleriyle doldu. Her bir parçası birbirinden güzeldi. Her biri farklı bir şeyler mırıldanıyor; bazıları gülüyor, bazıları selam veriyor, bazıları göz kırpıyor, bazıları pas vermeden geçiyordu. Sükûnetle gözlerimi yağmura dikerek bana neyi öğreteceğini tecessüs içinde beklemeye koyuldum.

Yağmur, önce gözlerimi kapatmamı ve sessizce kendine kulak vermemi istedi. Tamam, diyerek denileni yaptım. Pencereye konan her yağmur tanesi kendi içinde bir müzik oluşturuyor ve içimdeki kelebekleri harekete geçirmeyi beceriyorlardı. Heyecanlandım, sabredemedim ve gözümü açtım. İtiraz etti yağmur. “Yeni başladık, şarkı bitene kadar gözlerini açmak yok!” dedi. Bunu derken de sesi gürleşiyordu. 
 
Bir yandan olumsuz düşünceler beynimi arı kovanına dönüştürmeye devam ediyor, diğer yandan aldırış etmemek için dikkatimi o sese veriyordum. Arada bir korku filmlerini aratmayan “güm” sesiyle yüreğim hopluyordu. Yağmura söz vermiştim, ne olursa olsun gözlerimi açmayacaktım. Müzik gittikçe derinleşiyor ve ruhumun bedenimden adeta sıyrıldığını hissettiriyordu bana. Çünkü korku olarak adlandırdığım gök gürlemesi bile birkaç dakika sonra normal gelmiş hatta, “Tebessüm et, çekiyorum!” diyen şimşeklere poz vermeye başlamıştım. 
 
Son dönemde öğrenciliğimi boşladığımı düşünen tabiat, bugün benimle öğretmencilik oynamaya karar vermişti. Yağmur konuşuyordu, “Evet, dün gece gökte asılı duran aya sığındığını ve çok uzaklarda parlayan birkaç yıldızdan medet umduğunu gördüm. Geçen de gözlerinde görmüştüm kendimi. Kirpiklerinin gölgesi vuruyordu üzerimize. Unutma! Dicle veya Fırat yüreğine akmış olmasa da sevda şarkısı haykırmadan duyulmaz. Bugün bu yüzden meltemleri peşime takıp sana musallat oldum. 
 
Bilesin ki tefekküre dalıp tebessümüne kavuşmanı istedim. Senin için taş ve toprakla bütünleşen bu misafir her ahını, her sitemini silmek için görevli. Tarifsiz güzel bir toprak kokusu bırakıyorum ardımda. Arasına ruhunu doyurması için besteler dolusu şarkılar sıkıştırdım. Bu toprak kokusunu içine göm! Çünkü damıtılıp şişelerde muhafaza edilmeyen bu koku, yaşama arzusu verir ve sana nefes aldığını hissettirir.”
 
Gerçekten de yoğun bir toprak kokusu sarmıştı dört bir yanımı ve beni, özlem duyduğum rengârenk dünyalara götürmüştü. Gözümü açtığımda ise yağmur vazifesini tamamlamış, başka diyarlara misafirliğe gitmişti sessizce. Başımı son kez gökyüzüne çevirerek şöyle seslendim rahmet dolu misafire: “Yağmur kardeş, ara ara gene gel. Gel ki sevda şarkıları söyleyelim. Buluşma yerimiz ise pencere kenarı olsun…” 


GENÇ'ın Yazısı.