Çin`in Modern Yüzü: Şangay
Çin’i tamamen tanımak için tek bir şehir yeterli değil. Yüzyılı yaşamak için Pekin’i, bin yılı yaşamak için Xian’ı, tabiatı yaşamak için Guilin’i ve nihayet geleceği yaşamak için ise Şangay’ı ziyaret etmek gerekir.
Genç balıkçı “Shanghai*” diye seslendi. Nehirden denize ulaşmak kolay değildi. Yüzyıllarca balıkçıların sesi taşa toprağa çarptı, eşlerinin kulağında yankılandı. O zamandan günümüze bu ifade şehrin adı oldu.
Afyon Savaşları sonrasında İngilizler ve Fransızlar bu toprakları o kadar benimsediler ki izinsiz geçilmeyen sınırlar çizdiler. Bugün hala var olan çelik bir köprü yapıp, Çinliden geçiş ücreti almayı hak gördüler. İngilizler şehrin ilk yüksek binasını, ilk tramvayını, hala en popüler cadde olan Nanjing Road’u yaptılar ama neleri alıp götürmediler ki.
Gece ışıl ışıl yanan şehri nehirden görmek için çıktığımız turda nehir kenarına dizilmiş neo-klasik binalar Avrupa’daymışız hissini veriyor. Ama, Bund bölgesi diye anılan bu muhteşem kordon boyunda yürüyüp karşı taraftaki gökdelenleri objektifime aktarsam da, burasını dedikleri gibi İngilizlerin şehre hediyesi olarak göremedim. Burası olsa olsa Şangay’ın en güzel yerini sahibinden zorla alıp kendine yaşanır yer yapan sömürgecilerin anısı olabilirdi. Yolda giderken gökdelenlerin arasına sıkışmış zarif antika şato sizi şaşırtmasın. Norveç asıllı asilzadeden bugüne kalan miras. Geniş bulvarlar ise Fransız bölgesinin şehre bıraktıkları.
Çin’in en modern yüzü Şangay kimi zaman beş kata ulaşan otobanlara sahip. Beton şehir adını değiştirmek için yapmadığını bırakmamış; otobanların kenarına, saksılarla kilometrelerce sarmaşık sarılmış. Minicik adamlar bir gecede şehri mevsimine göre yenileyebiliyorlar. Şehrin ortasında saklanan Yu Yuan bahçeleri görülmeye değer. Ming ve Qing Hanedanlığının mimari izlerini taşıyan bahçe, göletlerdeki al balıklar, pavilyonlar, bonzailer ve kutsal sayılan şekilli kayalıklarıyla ziyaretçilerini yüzyıllar öncesine taşıyor.
Seyahatler her zaman güzel sürprizler hazırlamaz bize. Mesela kilometrelerce yol gelip Oriental Pearl Televizyon kulesine çıkarız, sis tüm şehri örtmüştür. 468 metreden bir şey görmek imkansız olur. Bunun üzerine yükseklerde dolaşmaktan vazgeçip Yeşil Buda tapınağına gidip Burma’dan gelmiş meşhur Budaları görmeye karar veriyoruz. Mao devrinde her şeyi yakıp yıkanların elinden yekpare yeşim heykelleri zamanın rahibi kocaman Mao resimleriyle örtüp kurtarmış. Burada ibadet etmek için özel izin alınması gerekiyor, oysa ben her istediğim yerde ve anda ibadet etme hürriyetine sahibim.
Kırsal kesimlerde hala eski Şangay’ı bulmak mümkün. Beş yüz yıllık taş köprüsü, kanalları ve tipik Çin evleriyle Zhu Jia Jiao köyü bin yıl önce sadece bir aileye aitmiş. Köprünün üstünde köy halkı torbalarda kırmızı Japon Balığı satıyor. Bunlar akvaryumlara değil, Budistlerce köprünün üstünden sulara özgürlüğe bırakılmak için satılıyorlar. Tabii diğer kanalda kepçelerle geri toplanmalarını görmezden gelmeniz gerekiyor. Bu gelenek Budistlerin “Bir canlıyı hayata döndürmek, bir pagoda inşa etmekten daha kutsaldır” inanışı sonucu ortaya çıkmış.
Kanallarda kayıklarla gezerken tezgâhlarda pişen yiyeceklerin kokusu çok hoş geliyor ta ki pişenlerin neler olduğunu öğrenene kadar. Turistlere çekici gelen pek çok şey tezgâhlara sıralanmış. Mermer tezgâhın önünde bekleşen çocuklar kelebek ve balık şekline dönüşen şekeri hayran hayran izleyip ellerine almak için sabırsızlanıyorlar. İçleri kıl fırçayla incecik işlenmiş cam şişelerin hikâyesi ise hüzün verici. İngilizlerce afyon bağımlısı yapılan Çinlilere afyon satışı durdurulduğunda krize giren Çinli şişenin içini afyon bulma ümidiyle kazır. Sonradan sıkıntıdan boyadığı kazımalar afyon bulamasa da bir sanatın doğuşuna sebep olur.
Çin’i tamamen tanımak için tek bir şehir yeterli değil. Yüzyılı yaşamak için Pekin’i, bin yılı yaşamak için Xian’ı, tabiatı yaşamak için Guilin’i ve nihayet geleceği yaşamak için ise Şangay’ı ziyaret etmek gerekir.
* Denize gidiyorum
Hande Berra'ın Yazısı.