İbrahim Erdem Yıldırım

Yol arkadaşı yolculuktan mühimdir. Eskiler, “evvel refik, badel tarik” diyerek bunun önemini belirtmişler. Ancak yolculuğun niyeti “refik” edinmek ise Allah’ı yoldaş edinmeli, bismillah diyerek yola çıkılmalıdır. 
 
15 Ağustos günü yeni kardeşler edinme ve beraberce istifadeli vakit geçirme niyetle İstanbul’dan Sakarya istikametine yola çıktık. Sakarya, Karabük, Bartın, Kütahya başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli şehirlerde öğrenim gören yerel öğrenciler, Burkina Fasolu, Ürdünlü ve Filistinli kardeşlerimizle Pamukova Bakacak Kampı’nda buluştuk.  
 
İlk günkü misafirimiz Cihan Hamdi İmer abi, diğer konuklarımızdan farklı giyimli bir beyefendiydi. Gömlek ve pantolonlu klasik akademisyen giyimli konuklarımıza alışmışken fular, kot ceket ve pantolon giyimli birinin kamp alanına girdiğini görünce, konuğumuz olduğunu düşünmedim ilkin. Konuğun o olduğunu söylediklerinde ise sohbetin çok farklı olacağını anlamıştım. 
 
Gençlik yıllarında Cihan abinin zihnini komünizm fikri işgal etmiş. ODTÜ’de başarılı bir öğrenciyken ülkenin siyasi durumu dolayısıyla yurtdışına çıkmış. Komünizm fikrinden vazgeçmemesi dolayısıyla gittiği Avustralya’da onun hidayeti, Avustralyalı eşi vesilesiyle nasip olmuş. Düşünmüş, araştırmış eşiyle beraber İslam’a kavuşmuş. Demek ki Allah cellecelalühü hakikati arayana rahmetiyle mihmandar oluyor. Samimi arayış nerede olursa olsun karşılıksız kalmıyor. 
 
Tüccar olan Cihan abi birçok ülkeyi işi dolayısıyla gezme ve tanıma dolu maceralı bir hayat sürmüş. Böylesine normlarımızın dışında bir Müslümanı tanımak ve hikayesini dinlemek belki de kampın en akılda kalıcı kısmı oldu. 
 
Kampın her günü doğa yürüyüşüyle başladı. Yürüyüşlerde bir kez daha hayatımın suni bir mekân olan İstanbul´da geçtiğini fark ettim. Güneşin doğarken ufku kızıla boyamasını, görüş mesafesinin bir sokak boyu olduğu şehirde izlemek mümkün değil. Bulutların şehrin üzerinde bıraktığı, geçip giden gölgeleri yayladan izlemek de öyle. Güneş batışının ardından ortaya çıkan çil çil yıldızlar şehrin ışık kirliliğinde göremesek de hep ordalar. Hâsılı bizler suni mekânlarda yaşayıp farkına varamasak da kâinatın bir parçasıyız.
 
TAKAT Astronomi ekibi kısa bir sunumun ardından teleskop kurarak gezegenleri ve ayın kraterlerini gözlemlememize imkân sağladı. Biz, gözlem konusunda çok heyecanlı olsak da astronom ekibin heyecanı daha da farklıydı. Atmosfere giren bir asteroid gördüklerindeki heyecanları ve verdikleri tepkiler görülmeye değerdi. 
 
Yayladan bakınca gökyüzü pek şehirden görünene benzemiyor. Sanki daha önce gece göğe bakmamış gibiydim. Şehirden görülen birkaç yıldızın aksine, yıldız kümeleri ve titrek ışıklarıyla gezegenler ihtişamlı şekilde göğü donatmıştı. Doğayı suni eşyaya tercih ettikçe evreni de göremez olmuşuz. Burada fark etmemiş olsam, yıldız kümelerinin yerli yerinde durduğunu uzun süre daha fark edecek miydim bilemiyorum.  
 
Abdullah Uysal hocamızın sohbetinde yine hayatın bir parçası fakat birçoğumuzun farkında olmadığı bir konu vardı. Medeniyetin yapı taşlarından biri, Takvim. İslam’da takvim, miladi ve hicri takvimdeki ayların isimlendirilmesine göre oluşturulmuştur. Bu takvimler geçmişteki yaşamın izlerini barındırıyor olması hasebiyle dünümüzün ve bugünümüzün bir parçasıdır. 
 
Soner Duman Hoca ile gerçekleştirdiğimiz sohbette en can alıcı kısım, Asr suresiyle ilgili husus olsa gerek. Büyüklü küçüklü sivil toplum kuruluşlarında toplantı sonunda Asr Suresi’nin okunması, sahabeler zamanına dayanıyormuş. Sahabeler, görüşmelerden ayrılırken Asr Suresi’ni okurlarmış. Asr, “yüzyıl” anlamına geldiği gibi “zaman” anlamına da kullanılır. Zaman kavramında ise yalnızca ayetin nazil olduğu vakti değil tüm zamanlardan bahsediliyor. Üzerine yemin edilerek önemi belirtilen “zaman”, surenin devamında insanın sürekli bir hüsran içinde olduğunu ancak iman edenler, salih amel işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin müstesna olduğunu anlatıyor.  
 
İnsan zamanı ve şartları değişse de asıl manada aynı imtihan dünyasına sahip olduğunu anlattı. Belirtilen özelliklerin aynı anda bulunması gerektiğine dikkat çekti. “Veya” değil “ve” kullanıldığından hüsranda olmamak için bu dört özelliğin aynı anda bulunması gerektiğini anlattı. 
 
Kampın en güzel anlarından birisi de mescitte okuduğumuz hatimdi. Etrafıma bir baktığımda Türkiye´nin farklı bölgelerinden, Afrika´dan, Arap yarımadasından kardeşlerimizle kuran okurken buldum kendimi. Sanki küçük bir Mescid-i Aksa idi... Fark ettim ki yalnızlığa meyyal olan insanı beraber tutan şeyler, birlikte kılınan namazlar ve okunan Kuran’lardır. Yani muhabbeti sağlayan unsur: Allah’ın kelamı...
 
Kampın boyunca oluşan samimiyetler, yeni dostluklarla neticelendi. Kamptaki herkesin birkaç gün içinde kırk yeni kardeşi oldu. Muhabbetimiz inşallah sürmeye devam edecek. 
 
Konuklarımızdan ve hoşça vakit geçirdiğimiz birbirimizden istifade ettiğimiz kardeşlerimizden Allah razı olsun. Allah hayra vesile olan birlikteliklerimizi daim eylesin...
 


GENÇ'ın Yazısı.