Sefa Kurt
Ramazan’ı Şerif’in ilk günlerindeyiz. Bir akşam vakti okulun WhatsApp gruplarında “Cuma namazını Mescid-i Aksa’da kılıyoruz” başlıklı bir duyuru dolaştı. Duyuruyu ilk gördüğüm andan itibaren gönlümü hem bir mutluluk hem de bir hüzün kapladı. Mutluluğum, Cuma namazını Mescid-i Aksa’da, oradaki kardeşlerimizle beraber, ilk kıblemizde kılabilme ihtimalinin mutluluğuydu. Ardından gelen hüzün ise yapılacak olan ziyaretin bir talebe açısından karşılanabilmesinin oldukça zor bir meblağ olmasıydı. Ama ümidimi yitirmeden, “Ya nasip…” diyerek gönlümün en baş köşesine not ettim bu ziyareti.
Aradan birkaç gün geçti, yolum Üsküdar’a, Allah için çok sevdiğim bir abime düştü. Bu konuyu ona açtım. Fakat hayatım boyunca hiç kimseye bir sebepten ötürü sponsorluk veya yardım hususunu açmamıştım. Rabbim, bu isteği ilk defa o gün dilimden dökmeyi murat etmişti. Abiye konuyu açar açmaz, “Sefacığım, bazı hayır sahipleri sırf öğrencilerin Kudüs-ü Şerif’i görmeleri için bana ücret yolluyor. Senin masraflarının yarısı da oradan olsun.” dedi. Kalbim mutluluktan hızla atmaya başladı ve tarifi zor bir sürûr hali kapladı içimi. Ziyaret ücretinin yarısını temin etmiştim. Geriye sadece yarısı kalmıştı.
Akşam üzeri eve dönüş yolunda Rabbim, samimiyetine inandığım ve her zaman öğrencilerin yanında olan, Allah için çok sevdiğim başka bir abimi gönlüme düşürdü. Bahsettiğim abiyi lise yıllarımdayken ÖNDER İmam Hatipliler Derneği’nde tanıma fırsatım olmuştu. O günden beri onu, hep muhabbetle takip ediyordum. Ben o abiyi tanıyordum lakin o, beni belki bir belki de iki defa görmüştür. Fakat samimiyetine inandığım için gönlümden ona bu konuyu açan ve sponsor olma ihtimalinin olup olmayacağı soran bir mail atmak geçti.
Mailimi yazıp gönderdim. Günler, “Acaba geri dönüş oldu mu? diyerek gelen kutumu, ne olur ne olmaz diye spam kutumu kontrol ederek geçiyordu. Sonra içimden bunca yoğun işi arasında gönderdiğim maili görme ihtimalinin çok zor olduğu düşüncesi geçti ve biraz da olsa yelkenleri suya indirdim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Fatih’e doğru yola çıkmak üzere otobüse bindim. Mail kutuma tekrar göz gezdirirken gelen kutusunda yeni bir mailin olduğunu gördüm. Evet, gelen mail bahsettiğim abiden gelmişti. Acaba ne yazmıştı diye düşünmeden direk maile girdim. Mail iki cümleden oluşuyordu: “Aleykümselam. Ne kadar açığın kaldı?” Heyecandan ne yapacağımı bilemedim, yüzümde o ana kadar hissetmediğim bir mutluluk vardı. Otobüsteki kişiler niçin bu kadar sevindiğime anlam veremeden birkaç durak sonra indim.
Hayalim, ümidim artık gerçek olmuştu. Kudüs-ü Şerif’e gitmemde bir eksiklik kalmamıştı hamdolsun. İşte o gün samimi bir niyetin hiçbir zaman karşılıksız kalmayacağına bizzat şahit oldum.
GENÇ'ın Yazısı.