Leylihan İnel

Yazıma Zülfü Livaneli’nin şu muhteşem tespitiyle başlamak istiyorum: “Doğrudur, kitap okumak karın doyurmuyor ancak karnı tok, beyni boş adamlardan çektiğimiz kadar kimseden çekmedik.” diyor. Beynin gıdasının ne kadar önemli olduğuna işaret ediyor. Kitap okumanın insanı, erdemli ve anlamlı bir ahlak giysisiyle örttüğünü vurgulayarak insanın sağlıklı bir bakış açısıyla bakmasına vesile olacağını söylemek istiyor.

Kitapların dünyasına neden bu kadar sık uğrar, onlara sıkı sıkı tutunur, gölgesini en ferahlatıcı gölgelerden biri olarak görürüz? Çünkü kitaplar, karmaşa ve gürültüyle her şeyin muğlaklaştığı dünyada, bizi bu hislerden uzaklaştırır, hayatımıza fener tutar, bulanık olan her şeyi belirgin bir görüntüye kavuşturur. Sıkışıp kalan trafiği açar; yeni güzergahlar, yeni yollar gösterir. İçimizi dinler; sırtımızı yasladığımız dağ, altında serinlediğimiz ağaç, yağmurun altında ıslanmamamız için bir şemsiye, bazen de en güvenli dost olur. İçinizi coşturan sokaklarda gezindirir, bazı zamanlar da huzurlu bir konakta en güzel şekilde misafir eder. İçinizin frekansı en iyi kitaplarla uyuşur, o frekansta kitaptaki bir karakterle saatlerce dertleşirsiniz.
 
Hayat, soru işaretleriyle dolu bir muammadır. Bazen bir kitabın bir satırında bulabilirsiniz o sorunun cevabını. Bulduğunuz cevap size bir kapı açar ve kapıdan bambaşka bir dünyaya geçersiniz.
 
Her kitap içinizdeki ayrı bir yönünüzü inşa eder, sizi geliştirir. Parçaları birleştikçe bütünleşen, tamamlanan yapboz parçaları gibi her bir kitap da içinizdeki ayrı bir parçanızı doldurur. Sonra o parçalar birleştiğinde bambaşka bir insan olur, bütünlenirsiniz. Sonra bir bakmışsınız ki kitaplar sizi inşa etmiş, siz farkına bile varmadan içinize koca kuleler dikmiş.
 
Kitap, günlük hayatımızda yaşadığımız birtakım olayların farklı yüzlerine ayna tutar, yani bir nevi madalyonun diğer yüzünü görmemize yardımcı olur. “Bir kitabı okurken geçen iki saatin, ömrümün birçok senesinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.” diyor Sabahattin Ali. Kitap; huzuru, rahatlamayı, mutluluğu, bazen de üzüntüyü bize dibine kadar, dolu dolu yaşatır demek istiyor. Aynı insanlar gibi kelimelerin de şefkatleri, hüzünleri, kızgınlıkları vardır. Şefkatli kelimelerden kendimize ev yapmamız bundandır. Bu sebeple “doğru” kitaplar okudukça dünya ile kurduğumuz köprüler de o denli sağlam olur. Öyle ki köprüyü atladığımızda köprünün öbür tarafındaki güzelliklerinden hisselenme hakkına sahip oluruz. Huzura ve umuda çalar dünyanın rengi. Dünyanın ritmi değişir. 


GENÇ'ın Yazısı.