Kamile Nur İlik

Mehmet Dinç’in “Gençliğe Kitabe” isimli kitabında okuduğum şu cümle epey düşündürücüydü: “Gözde olan hayâle düşer, kulağa giren akılda kalır, dilde olan gönüle geçer.” Okudum, defalarca okudum. Bana göre bu cümle yanlışlarımızı, çıkmazlarımızı fark edemeyişimizin, fıtratımızı ve safiyetimizi koruyamayışımızın özetiydi. Tefekkür ettim, herkesin tefekkür etmesini istedim. 

Biz bir teknoloji çağının merkezindeyiz. Televizyonlarla, telefonlarla, bilgisayarlarla büyüyoruz, yaşıyoruz ve bunların bize getirisiyle farkında olarak veya olmayarak belki ilerliyor belki de geriliyoruz. Evlerimizde bize yüksek kalitede görüntü olanağı sunan geniş ekranlı televizyonların varlığı kaçınılmaz oldu. Popüler kanallarda izleyiciye sunulan, reyting rekorlarıyla dereceyi yakalayan diziler mevcut. “Görüntü yüksek kalitede, içerik ne âlemde?” diye merak ediyorsak birkaç dakika izlemek yeterli olacaktır. Oyunculara giydirilen kıyafetlerden tutun da dekorasyona kadar her biri İslâm’ın bize emrettiği sadelikten ve tevazudan çok uzak. Rollere ve senaryoya bakıldığında da entrikalar, yalanlar, aldatmacalar… 
 
Dikkatinizi çekmek isterim: Bir zamanlar “dizi zaten gerçek değil, izlemenin ne zararı olacak.” dediğimiz o hayatlarla kendi hayatımızı karşılaştırdığımızda o yaşayışın âdeta sinsi bir virüs gibi içimize, yaşantımıza ve dış görünüşümüze bulaşmış vaziyette olduğunu görüyoruz. Dahası özeniyoruz. İşte burası tam olarak gözde olanın hayâle düşmesi tespitini ispatlıyor ve hatta gözde olan hayatlarımıza kopyalanıyor. Böylece gördüklerimiz televizyondaki dizilerle sınırlı kalmıyor. Sokaklara hatta çocuklarımızın ve gençlerimizin birbirleriyle etkileşim hâlinde olduğu okullara kadar taşınıyor. 
 
Sosyal medya, teknolojinin yaygınlaşmasıyla neredeyse hepimizin avcunun içinde var olan bir araç haline geldi. Kimimiz bu araç vesilesiyle duygu ve düşüncelerini aktarıyor, kimimiz güzel işleri duyurmaya gayret ediyor, kimimiz de batılı sapkınlıkları, kötülükleri ve özellikle de dezenformasyonu yaymak için bambaşka eforlar sarf ediyor. Haliyle gördüklerimiz, okuduklarımız ve duyduklarımızı sınırlandırmak, aklımızı işgal eden menfi tesirlerden korunmak daha zorlaştı. Haberlerde karşımıza çıkan kötü hadiseler, siyasilerin şiddetli tartışmaları, sırf gündemi meşgul edebilmek adına ortaya atılan doğruluk değeri taşımayan haberler ve dahası. Öyle ki defalarca aynı asparagas haberi gördüğümüz dahi oluyor. 
 
Büyüklerimizden çokça duyduğumuz bir söz vardır: “Bir şeyi 40 kere söylersen olur.” Bu yollarla zihinlerimizde yer edinmiş çokça gereksiz şeyler mevcut. Keza Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’de sözünün iyi anlaşılması için konuşmasını üç defa tekrarladığı rivayetlerle bize bildirilir. Burada kelimelerin de gücü yadırganamaz elbet, frekanslar bilinçaltımızı oldukça etkiliyor. Misal sevinçliyken veya huzurluyken karşımızdaki insandan duyacağımız: “Bugün seni iyi görmedim.” minvalinde bir cümle canımızı sıkabilir ya da solgun olduğumuz bir anda dostumuzdan gelecek olan “Çok iyi görünüyorsun.” gibi pozitif cümleler günümüzü güzelleştirebilir. Sadettin Ökten Hoca “Gönül Sadâsı” programında şöyle demişti: “Esas olan işitmektir. Ashâbı kirâmda âmâ vardır fakat sağır yoktur. Çünkü büyüklerimizin de dediği gibi insan, kulaktan zehirlenir. Kulağı kontrol etmek zordur.” Yine buradan bakınca ilaveten “Kulağa giren akılda kalır.” ifadesi gayet yerinde bir tespittir.
 
Konuşma kabiliyeti, ne büyük bir nimet öyle değil mi? Öyle ki ne kadar şükretsek az kalır. Kendimizi ifade edebilecek bir akla, fikre ve fizyolojik yapılara sahipsek eğer en doğru ve hakkıyla kullanmak için de gayret etmek gerekir. Söylediklerimizin farkında olmalı, anlık heyecan yahut öfkeye kapılmaksızın söyleyeceklerimizi bir akıl ve kalp süzgecinden geçirmeyi önemsemeliyiz. Vâize Fatma Hâle Hoca Hanım’dan dinlemiştim, evlat, sahibi olamamış bir ailenin kendisine danışmasından bahsediyordu. Burada en dikkat çeken detay ve aslında bu durumun müsebbibi şuydu: Beyefendinin, annesinin ölümünün haberini alması ve mezara gitmesiyle ettiği bir dua. “Allah’ım, evlatla anneyi ayıranlara çocuk nasip etme.” İşte düğüm de burada çözülüyordu. Üzüntü, pişmanlık, geç kalmışlık hissi ve daha birçok duygunun yoğunluğuyla dile gelmiş bir dua. Dilimizden düşenler, gönlümüzde olanlar değil midir aslında? Gördüklerimizin, duyduklarımızın bilinçaltımızda, aklımızda ve kalbimizde biriktirdiği hisleri kontrol edemediğimiz durumda dilimize vuran dualar, keşkeler…
 
Tüm bunlar, içinde bulunduğumuz çağda gözümüzü, kulağımızı, dilimizi ve gönlümüzü sakınmanın ne denli meşakkatli olduğunu kanıtlar nitelikte. İmanımızı korumak, kalbimizde Allah’a ve sevgilisi Resulullah’a olan muhabbeti artırmak güçleşti. Gün geçtikçe de hem kendimizin hem de küçük kardeşlerimizin ve gelecek nesillerin ahvâlinden endişeleniyoruz. Gönüllerimize, gördüklerimiz, duyduklarımız ve konuştuklarımız vesilesiyle farkında dâhi olmadan batıla muhabbet giriyor olabilir mi? Peki, ya gözlerimizin, kulaklarımızın ve daha birçok uzvumuzun dünyada yaptıklarımıza şahitlik edecek olma, düşüncesi dahi ne ürpertici değil mi? 
 
Allah bizlere şöyle buyuruyor: “O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri yaratandır. Ne de az şükrediyorsunuz!” Öyleyse şükrünü ifâ edelim; gözlerimiz sünneti, ilmi, Allah dostlarını, salih/saliha dostları, Allah rızası ve Rasûlullâh’ın sünnetinde birleşen cemaati ve güzel amelleri görsün ki hedeflerimiz, hayâllerimiz bu yönde olsun. Kulaklarımız âyet-i kerîmeleri, Allah dostlarının nasihatlerini, büyüklerimizin öğütlerini ve tefekkürümüzü artıran musikiyi duysun ki aklımızı işgal edecek kötü şeylerden, kalbimizi sıkıştıracak masivadan kaçınabilelim. Gönlümüzü ve dilimizi zikirle, Allah’a ve Resulullah’a muhabbetle ve hayır dualarıyla süsleyelim ki yolumuzu şaşırmayalım. Rahmetli Ali Küçük Hoca’nın Besairu’l Kur’an isimli tefsir eserinde bu ayet-i kerimeye dair yorumu ile sözlerimi nihayete erdirmek isterim: ‘’Eh şu anda bunların hepsine sahipsek bunlar adedince bize dünyalar verilmiş değil mi? Bunları veren kim? Allah. Peki, tüm bu her biri dünyalarla değiştirilemeyecek nimetleri bize veren Allah karşılığında ne istemiş? Hiçbir şey. Öyleyse niye O Allah’a kul olmazsınız? Niye teşekkür etmezsiniz O’na? Niye dinlemezsiniz, şükretmezsiniz onu? Niye bunları O’na kulluk yolunda kullanmaya yanaşmazsınız?’’ 


GENÇ'ın Yazısı.