Fatma Sümeyye Yemiş

Her insan kendini bir gruba, bir fikre ait hisseder ve o grup içerisindekilerle uzlaşma halinde olduğuna inanır. Bu kümenin dışarısında kalan hem tutumlarda hem algılarda farklı düşünceye sahip olan kişiler ise artık onun için “öteki” olur. Ötekinin farklı fikirlere sahip olduğuna ve onunla anlaşamayacağına inanır. Farkında olmadan ait olduğu grubu veya fikri yüceltir, karşısındakini ise mutlak yanlış içerisinde görür. Ötekini alçaltarak kendine ve yandaşlarına bir değer atfeder. Ardından kendini ve grubunu değerli görmeyenlere karşı bir kin oluşmaya başlar ve bu silsile, grupları kutuplaşmaya götürür.

Daireyi biraz daraltacak olursak öteki tanımına uyanların, hakkında empati yapılamayan ve bir şekilde dışlanan kesim olduğu çıkacaktır. Ötekileştirmeyi besleyen en önemli şey ön yargıdır. Ambalajlara takılıp sadece görünenle görünmeyen hakkında hüküm vererek koca bir insanı dışarıdan bakanın kendi dar kalıbına göre ölçüp biçmek, o kişiyi veya grubu “Zaten onlar hep aynı.” diyerek “kendine” göre farklı olanı yine ötelere bir yerlere hapsetmektir.
 
Peki ya dini ötekileştirme değil birleştirme prensibine sahip olan bizler bu cahiliye fiilini yapıyor muyuz? İşte burada kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor: Hayalini kurduğumuz cennette dışarıda bıraktığımız Müslüman bir grup var mı?
 
Elbette İslam dini her görüşü hakiki doğru olarak kabul etmez. Ancak hak olan bu görüşün iki temel dayanağı vardır: İlki, asıl olan ilahi kelam Kur’an-ı Kerim’dir; ikincisi ise usul olan Peygamberimiz’in (sav) sünnetleridir. Müslüman olduğunu söyleyen kişilerin bu iki temel kaynağımız ile bir problemi olmaması gerekir; aksi durumda onun kabul ettiği inandığı şey felaketten başkası değildir. Sahabe efendilerimiz Kur’an ve sünnete sıkı sıkıya bağlı yaşamış onların konuştukları yerde susmuş, sustukları yerde ise halkın yararını gözeterek konuşmuştur. İşte bizler de bugün Müslüman kardeşlerimizle Kur’an ve sünnet alanında birlik olmalı diğer farklı detaylarda ise itidal üzere duygularımızı kontrol altına almalıyız.
 
Bizler zengin bir medeniyetin çocuklarıyız. Bu medeniyetin kurucularından olan Yunus Emre’miz mısralarında insanlara şöyle söyler: “Ben gelmedim dava (kavga) için, benim işim sevi için, dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.” Gönül evlerinin harap olduğu şu günlerde hakiki dostlarımıza şifa olmak için bir çabamız olmalı. Bizler çok iyi biliyoruz ki bir kırık gönül, bir yaralı dost bütün ümmetin sıhhatini etkiler. Efendimiz (sav) bu hususta şöyle der: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Ümmetin hastalığı aşikar ve şifamız bir olmaktan geçiyor. 


GENÇ'ın Yazısı.