Ayşe Nur Duman
Kaşlarımı çatıyorum istemsizce, omuzlarımda koca bir ağırlık. Neyin ağırlığı, bilmiyorum. Mahalleye girdiğimizden beri yüklendiğim bir ağırlık hissediyorum. Karanlığın koyusunda kaybolan bir karalık daha var. Anlayamıyorum. Sokak kalabalık. Her yerde dikilen adamlar. Neden dikiliyorlar, kestiremiyorum. Polis ekiplerini görüyorum. Hırsız olmasa bari diyorum içimden. Dün iyi ki kapıyı sıkı sıkı kilitledik, neyse bugün de kilitleriz. Üzerimdeki kasvet artıyor, bu başka bir şey. Karşı binanın bütün ışıkları yanıyor, bütün ışıkları yaksalar zifiriler aydınlanır mı? Bilmiyorum.
Yüreğimi elime almışım da bilinmezliğin verdiği kaybolmuşlukla sıkıyorum avuçlarımda. Her şey sessizleşiyor. Bir komşu geçiyor sokaktan, o da kalabalığa gidiyor. Sesleniyorum. Omuzlarındaki yükün ağırlığından adımları çarpıklaşmış. Gidiyor ama varamıyor. Varmak istemiyor belki de. Yüzüme çok ince damlalar değmeye başlıyor. İpince. Hiç bu kadar ince yağmur değmiş miydi yüzüme. Bilmiyorum. Yüzündeki endişeyle geri dönüyor yoldaşım. Yüzündeki endişeyi seyrederken artık daha da sabırsızlanıyorum, yüreğim sıkılmaktan nefessiz kalıyor avuçlarımda.
Yağmur biraz daha hızlanıyor. Ama hâlâ ince. Ölümü haber ediyor. Gözlerim ona bakarken aydınlanıyor ama her yanımı saran zifiri karanlık basıyor ruhumu. Ölüm bu, ama kendiliğinden gelen değil, kendi isteğiyle Azrail’e sesleniş. Yaradan’a serzeniş değil, Azrail’e sesleniş. Tamam artık bitti canımı al, deyiş.
Yağmur toprağı çoktan sarmalamış, buram buram kokuyor. Ama ölüm çağrısının kokusunu bastıramıyor. Çünkü bu başka bir ölüm, vakti geldiği için değil vaktini bekleyemeyen bir ölüm. Kimdi bilmiyorum, hiç görmedim kaç yıldır. Ama arabasını çok iyi biliyorum. Bilenler yok değil. Ama ben bilmiyorum. İyi ki de bilmiyorum. Ölümü çağıracak kadar nasıl kasvetliydi hayatı, nasıldı hayata sarılışı. Mesela hiç duası var mıydı? Bilmiyorum. Düşünmek istemiyorum, haddime değil. Bir ölümün ardından konuşmak kimsenin haddine değil. Kalanlara sabır ve selamet dileyebilirim Yaradan’dan. Bizi ölümü zamanıyla bekleyen, verdiği ömürden razı olan kullarından etsin ve razı olacağı bir hayatla ölümü kucaklayalım diye Yaradan’a dua edebilirim ancak.
Çocukken Allah’ın çok sevdiği bir kul vefat ettiyse ardından yağmurlar yağar diye duymuştum. Çocukken inanmıştım. Büyüdüğümden beri hiç itibar etmiyorum genellemelere. Yağmur kokusu toprağı hatırlatıyor. Toprak ilk maya ve son durağı yaşamın. Evin ışıkları delip geçiyor geceyi sahte ve buz gibi yüzüyle aydınlatıyor o daireyi. Ama ruhun düştüğü karanlığı delememiş ışıklar. Perdenin ardında kalan acıları da aydınlatıp geçemeyecek artık hiçbir ışık. Vakit geç oluyor. Sabah olacak, hayat akacak tüm getirdikleriyle. Geçip gidecek tüm getirdikleri. Faniliğinde eriyecek tüm gelenler. Mesele hayatıma gelenleri nasıl ağırladım ve nasıl uğurladım. Ya da nasıl uğurlayacak şu dünya bizi. Geride kalan hoş bir seda inletir mi bulutları? Bilmiyorum. Sızlıyor yüreğim. Hoca, “Merhumu nasıl bilirdiniz?” derse cemaat ne diyecek? Sessizlikte sızım sızım bir acı haykıracak, cemaatten bazısının ciğerine saplanacak o acı ve arabasının rengi kalacak sadece benim aklımda.
GENÇ'ın Yazısı.