Seher Altınpınar
İlkokul sıralarında uslanmaz, haşarı bir çocuktum. Ders saatleri asla geçmek bilmez, dakikalarla yarıştığım halde zaman korktuğu için kabuğuna saklanan bir tosbağaya dönerdi. Ah bir büyüsem, bu okul işkencesi bir bitse dediğim bir an teneffüs zili çalıverdi. Ders o kadar bunaltmıştı ki kendimi koşar adımlarla okulun bahçesine attım. Zikzaklar çizerek koşuyor, zamana inat rüzgarla dans ediyordum. Biraz sonra yorulmuş ve kendimi bir ağacın altına bırakmıştım. Gökyüzündeki bulutlar ne kadar da hızlı geçiyordu. “Şu an burada olmak yerine yatağımda olsam ne olurdu?” diye düşüncelerle seksek oynarken yanı başımdaki sesle irkildim. Doksanlı yaşlarında, sadrına kadar uzamış aksakalları, elmacık kemiklerine yayılan tebessüm mükemmel bir dinginlik vermişti.
“Neden mutsuzsun kızım, bir şey mi oldu?” dese de, elindeki topaçtan gözlerimi alıp da cevap sunamamıştım. Merakımı anlayacak olmalı ki, “Bunu sana vermemi ister misin?” demesiyle “Evet evet.” demem bir oldu. Sanki yıllardır bu anı kolluyormuşum gibiydi. Kulağıma eğildi ve fısıltıyla “Çok dikkatli kullanmalısın, zaman topacıdır bu, ipi biraz çekince zaman hızla ilerler. Sakın ha çok çekme yıllar kayıp gider!” dedi.
Zaman topacını avuçlarımın arasına bırakıp gözden kayboldu. Mutluluğum avuçlarımın arasındaydı. Merakla çektim ipi. Yıllar o kadar hızlı geçti ki kendimi on sekiz yaşında, yanımda sevdiğim delikanlı ile martılara simit atarken buldum. “Harika!” diye bağırdım gayri ihtiyari. Fakat uzun sürmedi, vapur sesleri kulaklarımı kanatıyor, rüzgar üşütüyordu.
Gece yarısı eve geldiğimde annemi terlikle beklerken görünce yeniden sarıldım topaca. Bu kez evlenmiş üç çocuk annesiydim. Zahmetsizce yenilen aş kadar lezzetlisi benden mutlusu yoktu. Bu da birkaç gün sürdü, tekrar eski halime döndüm yorgun ve mutsuzdum.
Zamanın hızla akışı mutluluk getirecektir düşüncesiyle topacın ipini daha hızlı çektim. Çocuklar büyümüş evden ayrılmışlardı. Annemin kaldığı evin duvarları soğuk ve ıssızdı. Geçen yıllar gençliğimle birlikte onu da benden almıştı. Onca yıla rağmen tek bir hatıram, sarılıp kendimi avutacağım bir an dahi yoktu. Zamanı har vurup harman savurmuş nihayetinde iflas etmiştim. Yine de her şeyin suçlusu zamandı, bu kadar hızlı geçmek zorunda mıydı? Şükürsüzlüğüme kibrit çaksam kainatı aydınlatırdı. Başımı avuçlarımın arasına aldım, son kez ipi çekmek için hazırdım.
Volümünün abartıldığı zil sesiyle sıçradım. On dakikalık tenefüs bitmiş ders vakti gelmişti. Lakin on dakikaya sığan altmış yıl tüm derslere bedeldi.
Velhasıl boynu bükük bir karanfil gibi ayağa kalktım. Ağaçlar ikindili yaşlarındaydı ve artık hayat son buluyordu. Son ikindi gelmeden kallavi bir özür gerekirdi. Özür dilerim, dedim. Allah’ım özür dilerim. Büyüklüğünü anmadan sefil bir sırtlan gibi isyan ettiğim her an için. Kulaklarımı tıkamış fesatlı lakırtılar yüzünden işitemediğim bütün sözlerin için. Rabbim çok özür dilerim, nefes alan şikayetler ve kızıl akşamlar için...
GENÇ'ın Yazısı.