İbrahim Karakoyun
Gördüklerimize muamele etmek görmediğimiz noktalara karşın daha kolay oluyor genellikle. Çünkü onlar bizi fazladan düşündürmez, aşikardır. Peki, böyle mi gerçekten? Her şeyi dışarıdan anlamak bu kadar kolay mı?
Doktora gidip vücudumuzun herhangi bir bölümünde bir ağrı olduğunu söyleyince doğrudan bir ilaç vermek yerine tahlil yapıyor, ağrının kaç gündür devam ettiğini soruyor. Hastaya daha iyi bir tedavi sunmak, böylece işini daha etkili şekilde yapmak için.
Bir resme bakarken her birimiz aynı yere bakıyoruz ama düşüncelerimizin penceresine göre görüp duygular besliyoruz, böylece diğerlerinden ayrı noktaları da görebiliyoruz. Hatta farklı detaylar görebildiğimiz için tebrik edilebiliyoruz. Baktığımız şeyin bir sanat eseri olduğunun, onun farklı boyutları olabileceğinin farkındayız. Burada sadece resme bakmıyor kendi iç dünyamızdan akisler, kalbimizden hisler taşıyoruz dışarıya.
Günlük hayatımızda sürekli birileriyle, bir şeylerle iletişim halindeyiz. Bu iletişimlerimizde çıkarımlarda bulunuyoruz. Peki, bu çıkarımlar gerçekten karşımızdakinin özellikleri mi yoksa bizim düşünce dünyamız mı o şekilde yorumluyor? Çünkü musafaha ettiğimiz kişiyi ne resme bakar gibi görüp yorumlayabiliyoruz ne de doktor hasta ilişkisinde olduğu gibi detaylı sorularla tanıyabiliyoruz.
Onun yüzü asık, bunun kaşı çatık, ötekinin mizacı sert, berikinin duruşu kötü… Bunları sıralamak kolay olabilir. Çünkü okun ucunda diğerleri var, yayı tutan biziz. İşin iç yüzünü görmeden eleştiri oklarını fırlatmak bir dil ile. Peki, dışarıdan bakan birisi bizi nasıl görüyor? Cevabımız hazır. “İyi de o benim neler yaşadığımı bilmiyor ki.” Biz de diğerinin neler yaşadığını düşünmedik.
Resme sanat gözüyle bakarken yaratılanlar içinde ayrı bir konumda olan insana nasıl olur da sanat gözüyle bakmayız? Kısa süre aynı havayı soluduğumuz ve sadece fiziksel özelliklerini gördüğümüz birinin özelliklerini kendi zihnimizden oluşturup peşin ödeme yapıyoruz. Sonra onunla daha fazla sohbet imkanı bulduysak bu peşinatı taksite çeviriyoruz. Bu şekilde asparagas düşüncelerimizi, mahcubiyetle aldığımız yere iade ediyoruz. Farklı özelliklerini, davranışlarını besleyen teferruatları ancak zamanla görebiliyoruz ve gördükçe ilk düşüncelerimiz karşısında için için mahcup oluyoruz.
Bir defa sohbet ettiğimiz birisi bizimle bir sonraki karşılaşmasında onun için gök kubbede hoş bir sada mı oluyouz yoksa suratını mı ekşitiyor? Bize merhaba derken eli yumruk mu oluyor yoksa o eli kalbinin üzerinde şefkatle ısınıyor mu? Velhasıl bizden giden karşıdan gelene etki ediyor. O zaman gideni gönderene bir not:
Sevmekten geri kalma
Yapan ol, yıkan olma
Sevene diken olma
Dili incitme gönül.
Evet, zihnimiz incit diyebilir ya da incittiğinin farkında olmayabilir ama belki de söylerken dilimiz inciniyor da biz fark etmiyoruzdur. Dilinden inciticiler değil kalbinden inciler sunanlardan olmak zor ama zora talibiz.
GENÇ'ın Yazısı.