Mehmet Kamil Berse

Dünya Kırım Türkleri Kültür ve İktisadi İşbirliği Derneği Genel Başkanı
 
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Kırım’da yaşayan bütün insanlar, Almanlarla iş birliği yaptıkları ileri sürülerek, bir gece yarısı silah zoruyla evlerinden alınmış ve bilinmeyen yerlere insanlığa yakışmayacak davranışlarla sürgün edilmişlerdir. Kasım 1943’te Stalingrad`da Alman ordusuna karşı ezici bir galibiyet kazanan Kızıl Ordu birlikleri, ilerlemesini sürdürerek 10 Nisan 1944`te Kırım’a yeniden hâkim oldu.                                                                                                                        
Kırım’ın tekrar Sovyet hâkimiyetine girmesinin ardından, zafer sarhoşluğu içinde olan Kızıl Ordu askerlerinin özellikle Kırım Türkleri’ne karşı ağır baskılar uyguladığı, hatta birçok Kırım Türkü’nü katlettikleri bildirilmektedir (Devlet, 1985, s. 4). İkinci Dünya Savaşı yıllarında Kırım’da yaşayan bütün insanlar, Almanlarla iş birliği yaptıkları ileri sürülerek bir gece yarısı silah zoruyla evlerinden alınmış ve bilinmeyen yerlere insanlığa yakışmayacak davranışlarla sürgün edilmişlerdir.
 
18 Mayıs 1944 Perşembe günü Karadeniz’in kuzeyinde bulunan Kırım Yarımadası’nda korkunç bir insanlık dramı yaşandı. Uzaklardan gelen işgalciler, Kırım’ın medeni sahiplerini asırlardan beri huzur ve güven içinde yaşadıkları topraklarından bir gecede topyekûn sürgün ederek geride kalan bütün izlerini sildiler. Göç ettikleri yerlere kadar uzanan Rus zulmü, Kırımlı mazlumların peşini bırakmadı. Sürgüne maruz kalan bu insanların üçte ikisi, yollarda hayatını kaybetti. Gittikleri yerlerde de acıdan başka bir şey bulamadılar. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla aralanan ana vatana dönüş kapıları bu insanlardan çok azına geçit verdi. Geri dönebilenler de tırnaklarıyla hayata tutunmaya çalışmaktadırlar (Prof. Dr. Erşahin Ahmet Ayhün).  
 
Sürgüne gönderilen yani soykırıma maruz kalan Müslüman Kırımlı Türkler’in sayısı hakkında çeşitli rivayetler söz konusu. Sürgüne gönderilenler yaklaşık 500 bin civarıdır. Bu rakamın 300 bine yakını ya yolculuk sırasında ya da gittikleri yerlerde maruz kaldıkları hastalık ve zulümlerle hayatlarını kaybettiler… 
 
Sürgünde veya gerçek olarak soykırımla ifade edilen bu insanlık dramına karşı Kırım Türkleri, dillerini dinlerini korumak için ölümüne mücadele ettiler. Ezan, Kur’an, besmele, dua... Bu dini kavramları uygulamak, ölüm sebebiydi... Türkçe konuşmak da ölüm sebebiydi... Bütün bunlara rağmen insanlar evlerinin pencerelerini kalın örtülerle örtüp gizlice ibadetlerini yapmaya çalıştılar. Kur’an-ı Kerimleri hanımlar göğüslerinin üstünde sakladılar. Çocuklara ancak birkaç dua öğretebildiler…
 
Bu arada Sürgünde bir Türk yırcısı (türkücü) hanımefendi, köy köy dolaşıp oyunlarla çocuklara türküler öğretip türkülerdeki Türkçe’yi çocukların zihinlerine kazıdı. Allah ondan razı olsun. Zulüm, hiçbir zaman abad olmazdı…
 
Bu zulüm 1990 yılındaki Perestroyka Kararı’na kadar devam etti. Bu kararla dönüşe izin verildi. Ancak imkan bulup dönebilen insanlar öz vatanlarında toprakları, evleri hatta mezarları yok edilmiş bir ülkeyi tekrar vatan yapmak için dünyada eşi görülmemiş bir mücadelenin kahramanı oldular. Hâlâ da olmaya devam ediyorlar... Onlar bizim soydaşlarımız, öz kardeşlerimiz. O topraklar, iki bin yıllık Türk vatanıdır… Bu nedenle her sene 18 Mayıs bu acı günü çocuklarımıza hatırlatmak mecburiyetindeyiz… Bu konuyu dile getiren Kırım’ın evladı Jamala’nın Eurovizyon birincisi olan şarkısını dinlemenizi öneriyoruz. 
 
"Düşünce ve harekette birlik oldukları takdirde, ne kadar az sayıda olurlarsa olsunlar, dünyanın en büyük kuvvetleri bile bir halkı ezemez!”
 
Vefat eden soydaşlarımıza şehitlerimize rahmet diliyor, ruhlarına Fatiha istirham ediyorum...


GENÇ'ın Yazısı.