Münire Akarslan

 Bu Ramazan Mescid-i Aksa’da birçok şeye şahitlik ettim.

İzzeti, kalabalık gruplar halinde Aksa’ya yürüyen, başı dik, seccadeyi omzunda bir nişan gibi taşıyan genç yiğitlerde gördüm.
Korku, kalabalıklar halinde Aksa’ya yürüdüğümüzde işgalcilerin yüzündeydi. Bir bariyerle yetinmeyip yüzlercesini dizmelerinde, onlarca askeri her köşe başında bekletmelerinde, elleri tüfekte ve her saniye tetikte beklemelerindeydi. Bize yöneltilen,  “Yanında silah var mı?” sorularının saçmalığındaydı korku.
 
Yalnızlığı, avludaki insan sayısının azlığında değil, Müslüman gönüllerdeki “Aksa yoksunluğunda gördüm.” Mekke dolup taşarken Aksa’yı boş bırakan yüreklerde, Kabe’de Makam-ı İbrahim için birbirini ezen insanların Mekan-ı İbrahim’in yerini bilmeyişinde, işgale terk edişinde gördüm.
 
Hayal kırıklığını, her şeyini yanına alıp saatler öncesinde iftara gelen, yine de içeri alınmayan Filistinlilerin gözlerinde gördüm. 
Ümidi, her koşulda bize “Hasbünallah ve nimel vekil” zikrini hatırlatan Filistinlilerde ve hâlâ, her seferinde Türk olduğumuzu duyduklarında gözlerinde beliren ışıltıda gördüm.
 
Ve birçok hissi bir arada yaşadım.
Mutluluğu, huzuru, nasiplerin en kıymetlilerini Mescid-i Aksa’nın her bir karışını arşınlarken; iftarında ve teravihlerindeki kalabalıkta şükürle hissettim.
 
Burukluğu, hüznü ve garipliği tüm dünya keyifle Ramazan sofralarını donatırken; Ramazan aylarının şenliği ile meşhur olan Kudüs’te, halkın “Kardeşlerimiz bombalanıyorken biz etrafı eskisi gibi süsleyemez, donatılmış iftarlar yapamayız.” kararını duyunca hissettim.
 
Gururu, “Siz geldikçe biz sizden kuvvet alıyoruz, onlar da Aksa’nın sahipsiz olmadığını anlıyorlar.” cümlelerinde, utancı ise “Siz burayı yalnız bırakmadıkça buraya bir şey yapamazlar.” cümleleri ile, onları çoğunlukta yalnız bırakışımızın farkındalığında hissettim.
 
Öfkeyi ve nefreti, kontrol noktasında çantamı kadın görevlinin  aramasını istememin ardından erkek askerin diklenerek bizzat aramak istediğini söyleyişinde hissettim. Evet, ben oradan Aksa’ya girdim fakat bunu her gün kendi topraklarında yaşayıp içeri giremeyenlerin direnişini bir kez daha öfkeyle idrak ettim.
 
Zilleti, utancı ve suçluluğu ise Aksa’yı yalnız bıraktığımızda, azlığımızdan cesaret alıp üstümüze yürüdüklerinde yine kendimizde buldum.
Heyecanı ve güzel duyguların tümünü iftarı beklerken, herkesin birbirine yaptığı ikramla sofraların bereketlenmesinde, ardından top atışıyla hep birlikte dualarla orucumuzu açarken yaşadım.
 
Hayranlığı, onları yalnız bıraktığımız için; destek olmak isteyip hakkıyla olamadığımızı, mahcubiyetimizi anlattığım Filistinli annenin imanında, “Üzülme! Allah bizimle, dünya bizim değil belki ama inşallah Cennet bizim.” cümlesindeki teslimiyette yaşadım.
 
Umudu, aramızdaki minik Ömer’lerin, Selahaddin’lerin, Hanne’lerin ve Meryem’lerin ilk kıblelerine olan sevgilerinde, heyecanlarında ve  meraklarında hissettim.
 
İnancı, azmi ve kararlılığı, her birimizin fetih günü cemaatle namaz kılmak için sözleşmesinde yürekten hissettim.
 
Allah’ım, miraca şahitlik ettirdiğin Kudüs’ün özgürlüğüne de bizleri şahit ve görevli kıl. (Amin...)


GENÇ'ın Yazısı.