Seneler evvel, Anadolu’nun güzide şehirlerinden birinde, meşhur bir üniversitenin konferans salonunda Mana Medeniyeti isimli bir söyleşi yaptık. Çeşitli konular iç içe geçmişti, söz sözü açtı, gönlümüzdekileri paylaştık. 
Kendi bağlamı içinde dört çerçevesi olan bu söyleşi, bir buçuk saat sonra nihayetlendi, son fasılda soru cevap yapmayı arzu ettik.  
 
Üniversite öğrencileri güzel sorularla konuyu daha da açtılar, genişlettiler. Fakat meğer konferans sırasında, normalde gündemim olmadığı halde bağlamı geldiği için azıcık da bir LGBT eleştirisi yapmışım, sözlerimi beğenmeyen bir hanımefendi mikrofonu aldı ve şu minvalde bir soru sordu:  
 
-Benim bir kız evladım olsa, ona erkeklerin sevdiği renkleri giydirsem ya da tam tersi, benim bir erkek evladım olsa, ona kızların hoşlandığı pembe kıyafetler giydirsem, bunun ne sakıncası olabilir ki? Bu renklere karşı düşmanlık neden, anlayabilmiş değilim, bunun ne mahsuru var, anlamakta zorlanıyorum gerçekten! 
 
Bu sözler karşısında önce tebessüm ettim, derinden düşüncelere daldım. Dikkat çektiğim hususlarla alakası olmayan bir soruydu ve biraz da bendinizi ötekileştiriyordu, güya ben renk düşmanı, anlayışsız, empati yeteneği olmayan biriymişim iması ve edası içeriyordu. Birkaç saniye bekledikten sonra, şu keskin cevabı verdim:  
 
-Sevgili kardeşim, keşke meseleyle ilgili konular sorduğunuz sorunun nahifliğinde kalsaydı. Bu konuda o kadar acı, o denli büyük dramlar söz konusu ki, sizin sorduğunuz sorunun hafifliği bu meselenin ağırlığının yanına hiç kalır inanın. Özgürlük, onur gibi kavramların gölgesinde, özellikle çocuklar ve gençler ne büyük acılar yaşıyor, ne korkunç savrulmalar içindeler, ah bir bilseniz! Sizin pembe ya da mavi kıyafet seçimine indirgediğiniz meselenin iç yüzüne dair birkaç video izletecek olsam arka ekranda, sanırım bu salonda midesi bulanmadan oturabilen az olur, herkes hayret ve dehşet içinde yüzünü kapatıp ayrılmak ister buradan. Hasılı kimsenin renklere düşmanlığı yok, kimse kimlik kişilik bunalımı yaşayan ve bu manada çetin imtihanlar geçiren insanlara acımasızca yüklenecek değil. Lakin renkli olarak sunulan dünyaların karanlık yüzlerini konuşmak zorundayız, nesillerimizi buhranlardan koruma sorumluluğumuz var. Öyle dramlara şahidiz ki kelime bulamayız tarife, öyle hazin hikayelerle karşılaşıyoruz ki ah keşke bir uyaran, bir yol gösteren olsaydı şu zor durumdaki kardeşlerimize diye iç geçiriyoruz ağlayarak. Ben bu kadar söyleyeyim, gerisini siz düşünün! 
 
Salon epey bir sessizliğe büründü, herkes derin düşüncelere daldı. Bu sözleri söylerken hem çok üzgün hem de çok kızgındım. Üzgündüm çünkü gerçekten de LGBT dayatması ve propagandasına kapılıp onulmaz yaralar içinde ömür süren, anlam yitimi yaşayan, intiharlara sürüklenen, seks objesi olarak kullanılan vs. insanların ıstırabını yüreğimde hissediyordum. Kızgındım çünkü bu kötülükleri süslü laflar ve derin lobiler yardımıyla nesillerimize yapmaya kimsenin hakkı yoktu. 
 
Evet, küresel ölçekte bir saldırı var ve bu saldırıdan her ülke kendi payını fazlasıyla alıyor. Bizler Türkiye’de farkındalığımızı artırmazsak, konuya hikmetle ve basiretle yaklaşmazsak, acılar büyüyecek, bal görünümlü zehrin tadına birçok insan daha bakacak.  
 
Biz bu sayımızda, merhametimizin ifadesi soruşturmalarla karşınızdayız. Her kesimden, her inançtan, her farklı görüşten insana, gelin özellikle gençler ve çocuklar adına teyakkuzda olalım diyoruz. Düşman bir değil bin, kötüler çok sinsice aramızdalar, anlamsızlık ve ahlaksızlık kol geziyor, çok ince ve hassas bir zeminde sayısız ayak kayıyor.  
 
Bu bir insanlık davasıdır, kimseyi ötekileştirmeden ve yargılamadan, mağdur gençler ve savunmasız çocuklar adına el ele vermek zorundayız, tüm dünyayı tehdit eden sosyo-kültürel terörle mücadele etmeliyiz.  
 
Biz İslam ümmetiyiz, her sözü dinlemek ve en güzeline uymakla mükellefiz. Bu hassas konuda yapılacak çok şey, atılacak çok adım var. Toplumun her kesimini nesillerimiz adına seferberliğe, dayanışmaya davet ediyoruz.  
 
Ağustos ayında görüşmek üzere, muhabbetle.  


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.