Hakan Albayrak`ın "Ebuzer" kitabından bir bölümü sizlerle paylaşıyoruz. On yılların sorununa Ebuzer bakışı!
İgman dağının eteklerinde İsevi dervişler yaşarmış. Bunlar İncil`de bahsi geçen son peygamberi beklerlermiş. Bir gün "Vakit tamam, artık gelmiş olmalı" deyip son peygamberi bulmak ümidiyle yalınayak yola koyulmuşlar. Yıllarca yürümüşler. Binlerce kilometre yol katetmişler. Ayakları kana bulanmış. Derken Medîne-i Münevvere`ye varmışlar. Medine`de önlerine çıkan ilk adama "Biz Allah`ın elçisini arıyoruz. Adı Muhammed" demişler. Adam "Ne yazık ki geç kaldınız. Allah`ın elçisi dün öldü" demiş. Dervişler içli içli ağlamaya başlamışlar."Ben Hattab oğlu Ömer" demiş adam. "Elçinin yakınıydım. Buyrun mescide geçelim, biraz soluklanırsınız. Bu arada ben size elçinin getirdiği mesajı anlatırım."
Dervişler teklifi şükranla karşılayıp, Peygamber mescidini kanlı ayaklarıyla kirletemeyeceklerini söylemişler. Bunun üzerine Ömer bin Hattab onlara sarı mesler hediye etmiş. Dervişler mesleri öpüp bağırlarına basmışlar. "Bir Peygamber dostunun hediyesini ayağımıza süremeyiz" demişler."Siz kimlersiniz?" diye sormuş Ömer bin Hattab.
"Biz Igumanlarız" demiş İgumanlar.
"Geldiğiniz ülkenin adı ne?"
"Geldiğimiz ülkenin adı yok."
"Peki sizin dilinizde yalınayak nasıl denir?"
"Bos." "O halde ülkenizin adı biraz sizin dilinizden, biraz bizim dilimizden BOSNA olsun" Yalın ayağımız.
"Şimdi nereye üstad?" "Hindikuş Dağlarına."
Dergâhtan çıkmış motorlu ve de sepetli atımıza doğru ilerliyorduk ki, önümüze bir TV ekibi çıktı. Elindeki mikrofonu Ebuzer`in ağzına dayayan muhabir, "Efendim, Türk-Kürt ayrımı yapanlar var. Bu konuda ne söyleyeceksiniz? Lütfen kameraya bakıp konuşun" dedi.
Ebuzer kameraya bakıp konuştu... "Ben bu konuda maziye gidiyorum, iki atlı geçiyor önümden. Biri Nureddin lakabıyla anılan Mahmud; Türk. Diğeri Selahaddin lakabıyla anılan Yusuf; Kürt. Arkadaş bunlar. Müttefik. Ortak. Kardeş. Kol kola verip Suriye`yi Haçlılardan temizliyorlar, İki asırdır paramparça olan Suriye, onların birbirine geçmiş gayretleri sayesinde toparlanıyor. Birlik sağlanıyor. Sonra Mısır`la Suriye`yi birleştiriyorlar. Birlikte Kudüs yolunu açıyorlar. Ve nihayet Selahaddin Kudüs`ü fethediyor. Ortada ne
Türkçülük var, ne Kürtçülük. Arapçılık da yok. Ümmetçilik var! Nureddin`e ve Selahaddin`e seve seve asker oluyoruz hepimiz. Çünkü dava hepimizin davası. Kader kimi seçerse kaptan o olsun diyor ya şair Mevlana İdris, işte öyle. Bugün kaptan benim, yarın sensin. Fark etmez. Yeter ki hilâl yükselsin tepemizde. Ve yeter ki kaptan olanda kibir olmasın."
Muhabir başını kaşıdı. "Yani" dedi, "kibirli olmaması şartıyla bir Kürt devletine razı olabileceğinizi mi söylemek istiyorsunuz?"
"Senin bağlamın beni bağlamıyor muhabir kardeş. Ben şimdi, durduk yerde, bambaşka bir şey söylemek istiyorum: Zengi`nin oğlu Mahmud vergilerden nefret ederdi. Bir şehri fethettiğinde ilk iş olarak o şehrin pazarındaki vergileri kaldırırdı. Ve Mahmud, Ben kim, dînin nuru olmak kim deyip, Nûreddîn lakabının kendisi için kullanılmasına karşı çıkardı. Ve Mahmud, pahalı elbiselerden tiksinirdi. Ve Mahmud, kendisinden habire para isteyen karısını Benim param yok.
Elimdeki para ümmetin parasıdır. Senin keyfin için ümmetin hakkını yiyemem diye azarlardı. Ve Mahmud, sefere çıkarken şöyle dua ederdi: Ey Rabbimiz, zaferi Mahmud`a değil İslam`a ver. Mahmud kopuğu zafere lâyık adam mıdır? Bu kadar!"
TV ekibi pılısını-pırtısını toplayıp kaçtı. Biz de Bavyeralı külüstürümüze atlayıp yola koyulduk.
.jpg)
Usame bin Ladin bizi muhabbetle karşıladı. Fakat
Ebuzer`in konuşması biraz canını sıktı. Şöyle dedi Ebuzer:
"Kenya ve Tanzanya`daki Amerikan elçiliklerine yapılan bombalı saldırıları sana mâlettikleri zaman itiraz ettim. Bu saldırılar sorumsuzca düzenlenmiş. Amerikalı yetkililerin burnu bile konamazken onlarca yoksul Afrikalı paramparça oldu dedim. Mücahid işine benzetemedim. Mücahid, Kur`an`daki hüküm gereğince, ancak aktif düşmanları öldürebilirdi. Oysa bu eylemlerde ölenlerin çoğu pasif düşman bile değildi. Bilâkis dosttular, kardeştiler, Müslümandılar. Bir provokasyonla karşı karşıya olduğumuzu söyledim. Fakat bir dostum Yanılıyorsun dedi. Yanılıyor muyum?""Evet yanılıyorsun."
"Sen mi yaptın?"
"Benim örgütüm değildi. Bize yakın bir örgüttü."
"Sence o örgüt doğru bir iş mi yaptı?"
"Tabii ki."
"Fakat masumlar öldü."
"Onlar Irak`ı bombalarken suçlu masum ayrımı yapıyorlar mı?" "Onlar kâfirdir, ne isterlerse yaparlar. Biz yapamayız, imam Humeyni bir keresinde İran ordusunun önde gelen komutanlarını toplayıp onlara şöyle seslenmişti: Bombardımanlarınızda masum Iraklı çocukların da öldüğünü söylüyorlar. Buna inanmıyorum. Bu doğru olamaz. Saddam masum çocukları öldürebilir, çünkü onun dini-imanı yok. Ama siz yapamazsınız. Siz Müslümansınız. Ve Aliya İzzetbegoviç, Travnik`te üç cizvit papazının Müslümanlar tarafından öldürülmesi üzerine, şöyle bir konuşma yapmıştı: "Bu zulümdür. Biz de zalimlerden olacaksak, zalimlere karşı savaşmamızın ne anlamı var? Bunlardan ders almanı dilerim."Usame biraz düşündü. Sonra şöyle dedi:
"Sözlerin Hakikat kokuyor. Payıma düşeni almaya çalışacağım."Ebuzer onu sağ gözünden öpüp bize yakışanı yapacağından emin olduğunu söyledi.Sonra çekip gittik.
Pakistan`da bir benzin istasyonunda Bavyeralı`nın midesini doldururken, fundamentalizmin can çekiştiğini söyledi Ebuzer. "Fundamentalizm" dedi, "temele bağlılığı öngörür. Müslüman`ın temel kaynağı Kur`an değil mi" "Tabii ki Kur`an."
"Peki Kur`an`a dayalı bir hareketten zulüm sâdır olur mu?"
"Olmamalı."
"Ama İslamcılar da zulmedebiliyorlar işte. Demek ki fundamentalist değiller."
Bahsi kapatıp yola koyulduk.
"İstikamet?"
"İran."
Taha Süren'ın Yazısı.