Eşref Aydoğmuş

Copy-paste kuşağındayız. Özgün şeylere imza atmak önemli. Zaten özgünseniz fark edilmemiz mümkün değil. İyi kitaplar okuyup iyi şeyler düşünmeye devam edelim. Önümüze gelen her maili forward etmeyelim. Kendi düşüncemizi söyleyelim. Sünepeliği bırakalım. Domuz gribine karşı yanımızdan kitaplarımızı eksik etmeyelim.

alih Zengin kimdir?

İnsanın kendinden bahsetmesi çok zor olsa gerek. Çünkü böyle bir soruyla istenen şeyin fiziki bir tanımlamaya mı ihtiyaç duyduğu yoksa hayata dair bir bakış açısıyla mı cevap vermek gerektiği konusunda düğümlenir kalır. Oysa insan ne kendisinin kendini anlattığı şekliyle kadardır ne de dışarıdan başkalarının gördüğü kadar… Belki daha fazlasıdır belki de daha azı. Ama soruyu havada bırakmayalım ve bir biyografiye denk düşecek şekilde cevaplayalım. K. Maraş’ın Andırın ilçesinde doğdum, büyüdüm ve liseyi bitirene kadar oldukça sakin bir dönem geçirdim. Sonrasında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümüne girdim ve derslere devam etmeden dört yılda mezun oldum. İlk çocuk kitabımı da kaldığım yurtta gözlemlediğim olaylarla yazdım: Şişkonun Bütün Adamları. Sonrasında diğer kitaplar, Zaman Gazetesi’nin Abc çocuk sayfasında editörlük ve köşe yazarlığı derken Zaman’ın hafta sonu eklerinde röportajlar yapmaya ve içine eşek yüküyle yorumun katıldığı mizahi izlenim yazıları yazmaya başladım. Şu an bu işime devam ediyorum. SHaber TV’de ‘İzlenimler’ ve ‘Seçmen Taksi’ isimli programları sundum. Şimdi yine aynı kanalda Ahmet Turan Alkan ile birlikte her cumartesi 23.00’te Masaüstü isimli bir muhabbet programı yapıyoruz. Yazmak ve konuşmak benim işim sanırım. Bilmem ki buraya kadar anlattıklarımla kendimi anlatabildim mi? Hiç sanmıyorum ya.

Çocuk kitaplarınız var ve bir ara da Mavi Kuş isimli bir çocuk dergisi çıkardınız.

Mavikuş çocuk dergisini 1996 yılında aylık olarak çıkarmaya başlamıştık ve 18 sayı sürdü. Türkiye’de çocuk dergisi alanında bir çıtayı işaretlemesi bakımından önemli bir çocuk edebiyatı dergisi oldu. Çocuklar için yazmaya başladıktan sonra elbette ki çocuk okurlarımla sık sık bir araya geldim ve geliyorum. Bu buluşmaları, onlarla konuşup dertleşmeyi anlamlı buluyorum. Çünkü insanın tazelenmesinin başlangıcı çocukluktur. Çocuk edebiyatından yana tercih yaparak kaleminizin ucunu açmak için, `çocukları çok seviyorum` gibi basit ve içi boşaltılmış bir nedene sığınmanın bu edebiyata katacağı hiçbir artı değeri yoktur. İyi çocuk kitabı yazabilmek için çocukları seviyor olmak yeterli değildir. Tek sebebinin çocukları çok sevmek ve bu yüzden onlar için yazdığını söylemek, yazarın kendi çıkarını maddi kanıta dayamaya yönelik bir bağla ilinti kurmaya çalışmaktır. Bir şeyi çok sevmekten dolayı edebiyat oluşmaz. Çocuk edebiyatı mahiyeti ve hitap ettiğiniz kitle itibariyle fonksiyonel bir edebiyat biçimidir de. Çocuklarla diyalog kurmak, onlarla konuşmak, büyükler için bir şeyler karalarken büründüğünüz yalnızlıktan daha verimli şeylerin ortaya çıkmasına yardımcı olur. Çocuklar için yazıyor olmak her şeyden önce bir arınma süreci olur yazar için. Bu anlamda çocuklara alandır bu alan, zarları hilelidir. Haliyle çocuklarla konuşurken ve onlara yazarken samimi olmak zorundasınız. Çünkü onlar size karşı samimiler ve açıklar. Sizin onları, onların sizi anladığını görmek müthiş bir duygu. Sevdiği ve sevmediği bir şeyi pat diye yüzünüze karşı söyleyebiliyor çocuklar, bu konuda çok netler. Ama büyükler için yazan bir yazarla karşılaştığınızda yazdıklarını beğenmeseniz de nezaket gereği ‘Aaa ne güzel yazmışsınız, çok hoş bir konuya değinmişsiniz’ gibi cümleler kurmak zorunda kalırız. Yalancıktan nazik olmak mı iyidir yoksa gerçeği direkt söylemek mi? Tercihimi çocukların safında durarak yapıyorum.

Yaptığınız röportajların hangisini en çok zevk aldınız?

Benim için her röportajın ayrı bir keyfi var. Çünkü her röportaj bir insanın dünyasını tıklatan bilgisayar faresi gibi. Klasörler arasında dolaşıyor ve bir yere tıklıyorsunuz, oradan aldığınız bilgileri bir yere yapıştırıp yeni bir klasör daha açıyorsunuz. Sonra da onları toplayıp bir metin ortaya çıkartıyorsunuz. Benim röportajlarımda espri ve mizah daha ön plana çıkıyor, okuru ve muhatabımı gülümsetmeyi seviyorum. Karşınızdakinden de öyle bir enerji aldığınızda tadından yenmiyor işte. İlk röportajımı telefonda yapmıştım, keyifliydi. Orhan Gencebay’ın müziklerini dinleyen tavukların daha iyi yumurtladığına dair bir haber okumuştum. Telefona sarıldım ve Orhan Baba’ya durumu anlattım. O da gayet ciddi şekilde bana müziğinin insanın duygularına hitap ettiğini ve tavukların da duyguları olduğu için bundan etkilendiklerini filan söyledi. Bunu T-Söyleşi olarak yayınladık ve ondan sonra bir süre bu röportajlar devam etti. Sonra bunun ebatları büyüdü ve bugüne geldi. En çok keyif aldığım röportajlar arasında Kadir Çöpdemir, Ata Demirer, Şahan Gökbakar, Cüneyt Arkın, Metin Şentürk, Şafak Sezer, Hasan Kaçan gibi isimleri sayabilirim. Her röportajımdan keyif alıyor ve severek yapıyorum bu işi.

Bir abiniz Mevlana İdris, edebiyatçı. Diğer abiniz Nedim Ali bey, uzun yıllar dergi çıkardı. Mustafa Kutlu beyin damadı olmanız da bilinmeyen bir ayrıntı. Sizde edebiyatçılık ırsi bir şey mi?

Neyin ırsi olup olmadığını bilemem, böyle bir genetik harita çıkarmış değilim. Ama insanın belli kodlarla donatılmış olarak dünyaya geldiği doğru. Kim bilir belki içimde marangozluk da vardır ama bu da bir anlamda ortam ve imkan meselesi. Fakat babamın sahip olduğu bir kütüphanesi vardı ve odanın tamamı kitaplarla doluydu. Gözünüzü çevirdiğiniz her yerde kitaplarla karşılaşmanız, dolayısıyla okumanız sizi bir anlamda o işe konsantre ediyor. Bunun dışında tabii ki rahmetli Nedim Ali ağabeyimin kurduğu matbaada ve oradan çıkardığı İkindiyazıları’nın da etkisi olmuştur. Küçücük bir ilçeden Türkiye’nin her yerine giden bir edebiyat dergisinden bahsediyorum. O matbaada da kitaplar doluydu. Sonra diğer ağabeyim Mevlâna İdris’in yazdığı kitaplar, İstanbul’dan dönerken getirdiği envai çeşit kitaplar beni ister istemez edebiyatın kıyısına bıraktı. O kıyıda durup karşıyı izlemek de mümkündü, tekrar gerisin geriye dönmek ya da kendinize bir kayık yapıp o denize açılmak da. Sanırım üçüncü yol bana cazip göründü. Rüzgârımı önce çocuklardan aldım, sonra gazetecilik bunu besledi. Bir denizde dalgalara karşı kürek çekmeye devam ediyoruz işte. Hayat bu, her başlayan gibi bitecek. Ne kadar yol alabilirsek o kadar iyi!

Her zaman neşeli, enerji dolu görünüyorsunuz. Bunun bir sırrı var mı?

Paylaşayım! Bunun için Montignac rejim formülüm filan yok, bunun malum diyetler gibi bir programı da. İçinizde enerji varsa bunu yansıtırsınız. Aslına bakarsanız dışarıdan hiç de enerjik biri görünmem. Ama ne bileyim işin başına geçince, klavyeyi önüme alınca yazmaya başlıyorum. Kim bilir belki de olmak istediğim kişiyi yazıyorum. Aslında hayata dair bir umut besliyorum ve o umut bir enerji veriyor insana. Yaşama enerjisi gibi yazma enerjisi de lazım insana. Yani yazdıklarınızın bir anlamı olmadığını düşünürseniz bir cümle kurmakta zorlanırsınız. Ama yazdıklarınızın okunduğunu bilmek, okurlardan geri dönüşüm almak sizin namlunuza yeni kurşun sürülmesi anlamına geliyor. Size de tetiği çekmek kalıyor. Mizahı ve gülümsemeyi önemsiyorum. Gülümsetebilmek de sonradan geliyor. Hayattan keyif alıyorsanız enerjili oluyorsunuz. Sanırım hiperaktif biriyim ve yazdıkça mutlu oluyorum. Gördüğünüz gibi çenem de hiç durmuyor. Biri beni durdursun!

Bir ara şiir de yazıyordunuz herhalde…

İnsanın şiirle kurduğu bağ sahih bir düzlemdir. Evet bir dönem şiir yazdım, ama sonradan hayatın hay huyuna fazla daldık sanırım. Çünkü şiir üvey evlat olmayı kabul etmez. Şiirle kurduğunuz ünsiyet bütün her şeyinizi içine alabilecek derecede güçlüdür. Haliyle belki bu kuşatmacı tavır beni şiirden uzaklaştırdı. Belki de ortada şairim diye dolaşan ve her ay düzenli olarak edebiyat dergilerine üç dört şiir yetiştirmeye çalışan ‘sipariş şairlerden’ dolayı şiire ara verdim. Ara verdim diyorum, belki de şiire tekrar başlamamı sağlayacak ilk cümleyi bekliyorumdur. Şimdilik tek tük yazılan iyi şiirlere bakmak yetiyor. Bundan sonra ne olur bilemem.

Edebiyata, yayına ve yayıncılığa, özellikle neşeye ve enerjiye merakı olan arkadaşlarımıza söyleyecekleriniz neler?

Otursunlar oturdukları yerde! İşin şakası bu tabii ama enerji ve neşesi olan kimselerin bunları doğru alanlara kanalize etmeleri gerekir. Ne diyeyim, copy-paste kuşağındayız. Özgün şeylere imza atmak önemli. Zaten özgünseniz fark edilmemiz mümkün değil. İyi kitaplar okuyup iyi şeyler düşünmeye devam edelim. Önümüze gelen her maili forward etmeyelim. Kendi düşüncemizi söyleyelim. Sünepeliği bırakalım, sünger gibi olmayalım, tam tersine süzgeç olmayı tercih edelim. Domuz gribine karşı yanımızdan kitaplarımızı eksik etmeyelim.


GENÇ'ın Yazısı.