II. Bâyezid zamanında hicrî 915 senesinde bir zelzele meydana gelmişti. O güne kadar görülmemiş şiddette yaşanan zelzeleyle İstanbul ve civârı harâb olmuştu. Dersaâdet`te 109 câmî, binlerce ev hâk ile yeksân olmuş, kara tarafındaki surların tamamı, Yedikule`den başlayan saray duvarları, temelden tepeye kadar yıkılmıştı. Bâyezid-i Velî Hazretleri bu duruma çok üzülmüş, müslümanların günlerini ve gecelerini çadırlarda bin bir zorluk içinde geçirdiklerini görerek o da çadıra çıkmıştı.

Hattâ Edirne tarafında da büyük tahribat olduğu bildirilince, pâdişah durumu yerinde görmek üzere Edirne`ye gitti. Meriç Nehri üzerindeki köprünün yıkıldığını görünce hemen meydanda Ayak Dîvânı yapıp devlet erkânına şöyle hitâb etti:

“-Ey vezirlerim, kadılarım, subaşılarım, ağalarım, beylerim! Şu felâketi görüyorsunuz. Bu topraklar üzerinde böyle misline rastlanmaz bir âfet vukû bulmamıştır. Ben bunda sizlerin halka zulmettiğiniz intibâını alıyorum. Ayağınızı denk alın! Vazîfenizi adâletle yapın! Kimseye zulmetmeyin! Bu, Cenâb-ı Hakk`ın bize bir îkâzıdır. Ben de bunu size bildiriyorum ki zulüm irtikâb edeni vazîfesinden hal` ederim.”

Bu zelzeleden sonra memleketin her tarafından getirtilen ustalar ve kalfalar, zelzelenin sene-i devriyesinde bütün yıkıntıları tâmir ettiler. Bu büyük zelzelenin meydana getirdiği zarar, devlet hazinesinden karşılanmak sûretiyle yaralar çabucak sarıldı. Felâketin sene-i devriyesinde İstanbul`un bütün fakirlerine, saraydan üç gün yemek verildi. Bâyezid-i Velî de fakirlerle birlikte oturup bu yemeklerden yedi.

Bu mütevâzı sultan, ömrünü Allâh yolunda cihâd ederek geçirmişti. Bu uğurda yaptığı seferler esnâsında üzerine bulaşan tozları silkeleyip biriktirerek bunlardan bir tuğla döktürmüş ve böylece Allâh`ın “cihâd” emrine uyduğunu temsîlen ifâde etmişti… (Bk. Osman Nuri Topbaş, Tarihe Yolculuk, s.18-19)


Alican Tatlı'ın Yazısı.