Henüz alfabeyi yeni sökmeye başladığım zamanlardı. Amcam ile birlikte geziyoruz. Bir caminin önünden geçerken duraklıyoruz. Bana elinden geldiğince camiyi ve yapılış hikâyesini anlatıyor. Ben bu hikâyeyi her zaman aklımın bir tarafında taşımışımdır. Sanki Yedim Camii’nin o değişik hikâyesi…

Kafamdaki şablon şu idi: Adam yememiş içmemiş, cami yaptırmış. Simit yememiş, muz yememiş, ne bileyim, bakkaldan çikolata almamış, canı çektiği şeylerin hepsi için ‘sanki yedim’ demiş.

Hakikat de, bundan uzak değil aslında. Hatta aynısıydı bu anlattığımın. Bu çocuk zihnimle bile anladığım şeyin, hakikati çok büyüktü ama. Bu, öyle bir düsturdur ki, herkese nasip olmaz! Olması da beklenemez.

17. Asırda yaşadığı tahmin ediliyor bu zat-ı muhteremin. Adanalı Şakir Efendi yahut Keçeci Hayrettin. Banisinin ikisinden biri olduğu sanılıyor.

Düşünebiliyor musunuz? Beslenmenizden tutun da, her harcamanızı, ihtiyacınızı ‘sanki yedim’ diyerek bastırıyorsunuz. Bir nefis terbiyesine girişiyorsunuz. Tek bir kişi, tek bir kul, elinde maddi imkânlar bulunmamasına karşın, büyük serveti olmamasına karşın, hayır için kendi boğazından kesiyor ve bir cami yaptırıyor. Modern aklın alabileceği bir konu değil bu…

Modern insan, biriktirir. Ancak kendisi için harcar. Burada ise, hem nefsinin isteklerinden kendini muaf tutuyorsun, hem de bu muafiyetin bedelini kendin için değil infak için harcıyorsun!

Allah hepimizin hayatına küçük bir hisse olarak bile olsa yansımasını nasip etsin… 


Taha Süren'ın Yazısı.