Mevlevi’yi yakar döndürür. Nakşi’yi tefekküre, sessiz zikre götürür. Dünyacıyı da kendine hayran kılar…

Bazen şehirler sürpriz yapar bize. Sırlarını fısıldar kulağımıza hiç duymadığımız yanlarını gösterirler. Xian “Batının başkenti” Pekin doğmadan var olan eski başkent. On bir Çin Hanedanına ev sahipliği yapan, ipek yolunun en önemli noktası, sarı nehrin vatanı. Sular alüvyon taşır, bereket getirir toprağa. Kızınca köpürür taşar ve bir gün Yangze üzerine yapılan baraj “Dur!” der nehirlere.

Ming Hanedanlığının hediyesi 14 kilometrelik surlar gözetleme kuleleriyle gece ışıldayarak sarmalar eski şehri. Otelin camından manzarayı görünce gece, soğuk demez atarsınız kendinizi eski şehrin sokaklarına. İştah açıcı kokular sarar, yerel kıyafetli satıcılar gülümser, dilenciler bir yuan için sızlanır ve siz bir tezgâhtan misket şeklinde kızgın kömür ve yağla kavrulan kestaneden alırsınız.

Kil askerleriyle ünlü şehrin daha pek çok duymadığınız yönüyle karşılaşırsınız. Çan ve davul kuleleri eski şehrin merkezinde yükselir. Haftanın her gününü temsil eden yedi katlı Goose Pagoda bir zamanlar sadece hanedanlık için açılırken bugün her halktan ve dinden insanı misafir eder. Tütsü satın alan turistler ise tanrıları olmayan tanrıya istekte bulunur. Xian’ın saklı cevherine ancak Müslüman mahallesinin dar yollarından geçerek ulaşabilirsiniz. Camekânla üstü kapanmış yolların iki tarafı tezgâhlarla kaplı. Tüm Çin’de bulacağınız yerel eşyaları daha ucuza alabileceğimiz bir yer. Bu bölgenin İslamlaşmasına sebep olanlar da İpek yolunu kullanan Müslüman, Arap, dürüst tüccarlarmış ama yine de yanılgıya düşmeyin ve pazarlık etmeden hiçbir şeye alıcı olmayın. Her an yanınızdan başı kapalı bisiklete binen bir genç kıza veya sizi ihlâs suresini okuyarak dükkânına çekmeye çalışan bir delikanlıya rastlayabilir-siniz. 

Cami deyince ne beklersiniz? Veya ne beklemezsiniz? Bilemem ama ben ikisini de Xian Camii’nde buldum.

Dört avludan oluşan külliyenin girişinde kendinizi Budist tapınağında zannediyorsunuz. Çin mimarisinin uçmaya hazır Anka kuşuna benzeyen kapısı kanatlarını açmış karşılıyor sizi. Kasımpatı ve ejderha figürleriyle süslü al kapı tüm kompleks gibi simetri uyumunun kusursuzluğunu taşır üzerinde. Kıbleye uzanan bahçede sağında ne görüyorsanız solunda ikiz kardeşini görürsünüz. Zarif Çin işlemeciliği avluları birbirine bağlayan kapılarda kimlik değiştirir. İkinci kapıda ejderha Allah lafzına dönüşürken, kasımpatı Resul’ün adını alır. Mermer duvarda Medine ve Mekke’nin silueti belirir.

Kitabeler dile gelir. Kutsal Ejder’in başını uzattığı taş anıt Çin alfabesi ile Ming ve Qing Hanedanlarının hürmet ve ciddiyetle yaptığı onarımları haykırırken, diğer avludaki Ay Tableti Arap alfabesi ile İslam takvimini, son imamı ve bölgenin İslamlaşmasını anlatır.

Budizm’in kutsal mabedi Pagoda vücudunda ruh bulan minare semaya uzanır. Yüz yıllardır İpek Yolu tacirlerinden bugünkü turistlere kadar Müslümanları namaza davet eder. Camiye yanaşıp dayanamamıştır o yüzyıllarda. Yalnız başına tevhit akidesi timsali uzanır Yaratanına.

Cami kocaman saçaklarıyla kollarını açar şahadet getirmiş olanlara. Hz. Ebubekir’in Kuran okuyuşunu hayran hayran dinleyen inanmayanlar gibi caminin pervazından içeri bakıp kalır turistler. Müslüman kimliğimin ispatı başörtüm ve Allah’ın selamıyla girdiğim camiye “Hello” diye giremeyeceğini anlayan Türkler de “Selamün Aleyküm” diye ayak basarlar. Tahta oymadan mihrap kendine çeker herkesi. Tavandaki kalem içleri rengarenk ışıldar. Mavi halılar derinlik verir. 1250 yaşının verdiği saygınlık sarsar ziyaretçisini. Kapının sağından başlayan tahta panolara yazılmış Kuran ve altındaki Çince meali kapının solunda Nas suresiyle biter. Mevlevi’yi yakar döndürür. Nakşi’yi tefekküre, sessiz zikre götürür. Dünyacıyı da kendine hayran kılar…


Hande Berra'ın Yazısı.