Emine Şimşek

İstanbul’un en huzurlu semtlerindendir Fatih. Mehmet Akif Ersoy’ un da bu sokakları adımladığını bilmek ayrı bir heyecan verir bana. Aylardan da aralık olunca nasıl bir üşüme sarar içimi…Aralık, mevsimin bir ayı  insanın kaderi olabilir dedirtiyor. Âkif ‘in kaderiydi aralık. 20 Aralık 1873- 27 Aralık 1936. Şiir ve 63 yıl. İstanbul da, aralık gibi Âkif’in kaderiydi.

 
Mehmet Âkif Ersoy, inanmış bir kalp her şeyden önce. Bunda ailesinin rolü büyüktü hiç şüphesiz. Babasını kaybetti küçük yaşlarda, evlerinde yangın çıktı ve zor günler başladı. Ama Âkif, ileriki yıllarda söyleyeceği mısraları o yıllarda içinde büyütüyordu adeta.
 
‘’Yeis öyle bir bataktır ki düşersen boğulursun  
Azmine sarıl sımsıkı bak ne olursun 
Yaşayanlar hep ümitle yaşar 
Ümitsiz olan ruhunu vicdanına bağlar’’
 
Umut, insanla birlikte yaratılmıştı Âkif için. Azmine sarıldı. Çabaladı. Çalışkandı Âkif. Veteriner okulunu birincilikle bitirdi. Anadolu’yu, Balkanlar’ı, Arabistan’ı, Arnavutluk’u gezdi. Her gittiği yerde sevildi Âkif, bütün toprakları sevgiyle birleştirdi.
 
Mehmet Âkif Ersoy İstiklâl Marşı demektir.
 
Mehmet Âkif, nereye giderse gitsin Vatan toprakları onun için ana kucağıydı. Ondan duası ‘Vatan’ından cüda’ olmamaktı. Âkif’in içinde sarsılmaz  bir Allah, Peygamber, Vatan, Millet aşkı vardı: ‘Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var!’ Bu imanı boğmaya neyin gücü yetebilirdi ki!
 
Âkif, büyük bir vatan şairi olduğu gibi aynı zamanda büyük bir İslâm bilginiydi. Bitip tükenmek ne bilmeyen bir sabrı, vatanı için her şeyi göze alabilecek imanı vardı. Doğruluğun ve fedakârlığın simgesiydi. Topraklarının, halkın refahı onun için her şeyden önce gelirdi. Âkif’in dağ gibi bir duruşu vardı. Tam bir İslâm kahramanıydı .
 
Âkif ‘ in yazdıklarına gözyaşı damlamıştır.
 
Âkif’ in şiirlerinde kendi dertleri yoktu. Millet’in duygularının sözcüsü olmuştu. Bu yüzden de şiirlerinde ağıt vardı, sitem vardı, gözyaşı vardı. Şiirlerindeki duygu yoğunluğu daha o yıllarda herkesi etkiledi. Çünkü şiire her şeyden önce şairi inanıyordu. Şiirinde samimiydi Âkif.
 
"Doğrudan doğruya Kur`an`dan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm`ı." , diyordu. Âkif, ilhamını Kur’an’dan alıyordu.
 
Yayınlanan ilk şiirinde Kur’an’ a hitap etmişti.
 
İlimde ve teknikte ilerlemenin gerekli olduğunu düşünüyordu Âkif; ancak Avrupa`nın teknolojisini alırken, manevî ve kültürel değerlerden taviz verilmemesi gerektiğini haykırıyordu.
 
"Alınız ilmini Garb`ın alınız san`atını, 
Veriniz mesainize hem de son sür`atını." 
 
Âkif için manevi değerler her şeyden önce gelirdi. Ona göre Müslümanlar iman hazinelerine sahip çıkarak ilerlemeliydi. Kalbi sağlam bir Müslüman demek çok şey demekti.
 
Âkif, mücadele yıllarında bulunmuş, işgal altındaki toprakları görüp köyleri, kasabaları, şehirleri dolaşmış, konuşmalar yapmış, şiirler okumuştu. Sanatını gerçeğin ta kendisi olarak görüyordu. Âkif’’e göre  şiir, “libas hizmetini de gıda vazifesini de’’ görmeli.
 
Gerçeği her an ve bütün çıplaklığıyla yakalamalı. Savaş, bunalım ve yokluk yılları ilk kez Âkif’in şiirinde yer almıştı.
Âkif’e: "İstiklâl Marşı`nı nasıl yazdınız?" diye sorulunca, şu cevabı vermişti:
 
"Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk`ın, 
Kimbilir, belki yarın, belki yarından da yakın." 
 
"İşte İstiklâl Marşı`nı bu iman ve ümitle yazdım. İmanım olmasaydı hiç yazabilir miydim? Zaten ben başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu elimden gelmez. İçimde ne varsa, yazılarımda da o vardır... Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın!.." (amin)
 
İstiklâl Marşı’nda haykırdı Âkif. Vatan’ı için kendisini yok saydığını bir kez daha gösterdi. 
 
‘’Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.’’ , derken kararlıydı Âkif. 
Kararlı bir şairin önünde hangi kelime dile gelmez ki!
 
Sözünün eriydi Âkif. Mithat Cemal Kuntay anlatıyor: “Meşrutiyetin ilk seneleri idi. Bir cuma günü, adam boyu kar yağmış ve o gün, ne tramvay ne araba ne şimendifer ne vapur işliyor. Çapa’ daki bizim eve ne sütçü gelmiş ne de ekmekçi. Öğlen yemeğinden sonra kapı çalındı. Biz ekmekçi geldi zannettik, baktık Mehmet Akif gelmiş ve şaşırdım,  nasıl geldiğini merak ettim. Beylerbeyi’ nden Beşiktaş’ a nasılsa bir vapur işlemişti ve “Bu kadar” dedi. ‘’ Bu kadar mı?’’ dedim; “Evet ” dedi. Vapurla Beylerbeyi’ nden Beşiktaş’ a geçmiş ve tabiî, oradan Çapa’ ya kadar yürümüş. — Nasıl yaparsın bunu, dediğimde: ‘’ Nasıl yapmam; söz vermiştim, geleceğim demiştim; sözümü çiğnememe ancak ecelim mâni olabilirdi, diyor Âkif.
 
Sözünün eri olmak Âkif olmak demek.
 
Siroz hastalığına tutuldu Âkif. Hastalık onu harap etti. Önemsemedi önceleri. Hava değişikliği iyi gelir diye pek çok yere gitti; ama… Siroz…Siroz onu günden güne eritti. Ve  hasta yatağındaki fotoğrafı kaldı bize o günlerden.
 
27 Aralık 1936.
 
Aralık kaderdi. İstanbul gibi.
 
Aralıkta bir şair öldü.
 
Edirnekapı Mezarlığı’nda şimdi. 
 
Âkif’in ruhuna Fatiha okumak tarihi anmakla bir belki de…
 
Ya Asım’ın Nesli?
 


GENÇ'ın Yazısı.