Marjinal Olan Biz Değiliz, Yaşadığımız Sıkıntılara Kayıtsız Kalanlardır!
“Adanış Günü” ile ikinci albümünü çıkaran Grup Yürüyüş’ü en çok meydanlardan, miting alanlarından ve protesto eylemlerinin yapıldığı parklardan tanıyoruz. Sosyal ve siyasi sorunları şarkılarına konu edinen ve hep diri kalmaya ve mücadele etmeye çağıran Grup Yürüyüş’ün yeni albümünde en çok dikkat çeken şarkı da “Ergenekon” oldu. Grup Yürüyüş’ün müziğe bakışını ve yeni albümlerini grubun solisti M. Ali Aslan ile görüştük…
Grup Yürüyüş kurulmuş bir gruptan ziyade, belirli şartlar sonucu ortaya çıkmış bir grup gibi… Bir duruşunuz, siyasi bir tonunuz var. Sizi ortaya çıkaran şartlar nelerdir?
Doğrudur, “Haydi bir grup kuralım da müzik yapalım!” diyerek bir araya gelmiş değiliz. Irak işgal sürecinde ABD’ye, hakeza Filistin işgalcisi İsrail’e, Türkiye’de yaşadığımız haksızlıklara ve zulümlere karşı Müslümanların vermiş olduğu mücadele içerisinde şekillendi birlikteliğimiz. Bir Müslüman olarak yaşamanın gerekliliğiyle İslami bir duruşumuz, hayatımız ve mücadelemiz olmalıydı. Bu çaba içerisinde amatör düzeydeki müzikal yeteneklerimiz Grup Yürüyüş’ün ortaya çıkmasını zorladı. Hakkın ve adaletin tanıklığını yerine getirme mücadelesi içerisinde olanların yanında; işgallere, zulümlere, yasaklara, baskılara karşı söyleyecek şarkılarımız ve marşlarımız vardı. Yürüyüşümüz böyle ve bunun için başladı.
Müzik, ister istemez bir mesaj. Güçlü bir mesaj… Grup Yürüyüş bize neyi anlatmanın derdine düşüyor müziğiyle?
Rabbimiz bizlere hakikatin şahitliğini yapmamızı emrediyor. Hayatı, parçalara bölmeden, bütünüyle Müslümanca bir duruşla omuzlamamız gerektiğini salık veriyor. Yaşamımızın bizzat kendisiyle vahyin mesajını iletmemizi istiyor. Sanatın ya da daha özelde müziğin de bu çerçevede hayat bulması gerektiğini düşünüyoruz. Dediğiniz gibi müzik, mesajın kitlelere ulaştırılmasında önemli bir araç. Estetik kaygıları nedeniyle insanın duygularına hitap edebilme becerisi ve etkileyiciliği var. Mücadele anlayışımız içerisinde yaşadıklarımıza ilişkin tavrımızı ortaya koyan bir bildiri çok önemlidir elbet ve her zaman da bu tavırlar sergilenmelidir. Ama düz metinlerin unutulması ihtimali bir şarkıyla kıyaslandığında çok daha fazladır. Bunun için yaşadıklarımızı ve verdiğimiz mücadeleyi yarınlara taşımanın da bir aracıdır müzik. Sanatın çağa tanıklığı işte bunun için anlamlıdır. O halde evrensel anlamda bugün içinde bulunduğumuz hali ve geleceğe ilişkin umutlarımızı sanat formunda da işlemeliyiz. Müzikle yapmayı hedeflediğimiz bu. Acılarımıza ağıt yakmak kadar, direnişlerimiz adına marş söylemek; ümmet olarak hüzünlerimizi ezgileştirmek kadar, mücadelemize katalizör olacak coşkunluğu şarkılarımıza taşımak derdindeyiz. Tevhid, adalet ve özgürlük şiarlarımızla yola çıkarak, kavgamızın evrensel sloganı olan tekbirlerimizi her daim dilimizde var kılmak istiyoruz. Yozlaşmaya, bireyselleşmeye, savrulmaya, bunalım edebiyatı yapmaya, nemelazımcılığa, karamsarlığa karşı her daim umudumuzu bilemeye, zulme ve zorbalığa boyun eğmemeye, direnişlerimizi çoğaltmaya, hakkın şahitliğini yapmaya ve tavır sahibi olmaya çağırıyoruz.
“Adanış Günü” albümünde de bu perspektifi görüyoruz. Yaşadığımız birçok konuyu şarkılarınıza taşımışsınız. Biraz da yeni albümün içeriği hakkında konuşsak…
Evet, “Umuda Yürüyüş” adlı ilk albümümüz bu bakışın bir ürünü. Zorbalıkla sürdürülen başörtüsü yasağından sokak çocuklarına, Guantanamo’dan F Tipi hapishanelere, Kürt sorunundan ulusalcı dayatmaya, ABD işgalinden Filistin direnişine kadar birçok gündemi vardı albümün. “Adanış Günü” adlı yeni albümümüz de benzer içeriklerin yanı sıra Türkiye’deki darbeci, çeteci geleneği ve ülkede bir zihniyet olarak da hâkim olan militer kültürü konu edindi. Askeri vesayete, Ergenekon karanlığına, yargıdaki çete dayanışmasına, Gatakullilere, toprağı kazdıkça fışkıran bombalara, bürokrasinin her yerinde örgütlenmiş darbeseverlere, asit kuyularında katledilenlere seyirci kalamazdık. “Ergenekon” ve “Kuyu” adlı şarkılarımızla bu karanlığa karşı sessiz kalmamaya; “Allahu Ekber” ile zalimlere ve tağutlara karşı korkularımızı yıkmaya çağırdık. “Vaad” ile Filistinli, Lübnanlı bebelerimize ağıt yakarken, “Başeğmedik” ile destansı Gazze direnişimizi selamladık. Arapça “Sirac el-Aksa” ile Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmaya davet ederken “Ey Şehit” ile şehitlerimize vefa borcumuzu hatırlattık. Yıllarca inkâr edilmiş bir dille Kürtçe “Bu suskunluk neden?” diye seslenirken “Başörtüm” ile örtümüzün inancımızın bir nişanesi olduğunu haykırdık. 13 eserin yer aldığı albümün adı da böyle çıktı ortaya ve albüm kapağından da böyle seslendik: Gün direnişi kuşanma günü; gün adanış günüdür!
Militarizm, Kürt sorunu, Filistin, insan hakları, başörtüsü zulmüyle ilgili her türlü platformda yer alıyorsunuz ve bunları da müziğinizde işliyorsunuz. Bu da bir “dava” imajı çiziyor size. Tematik ve de politik müzik yapmak marjinalliğe kapı aralamıyor mu peki? Marjinal olduğunuzu hissettiğiniz oluyor mu?
Bir de şöyle sormak lazım: Filistinli kardeşlerimizin yaşadıkları mı marjinal; yoksa Irak halkının tepesine düşen bombalar mı? Türkiye’de bitmek bilmeyen başörtüsü yasağı gündemi marjinal bir konu mu? Ya da İttihat Terakki’den bu yana var olan militarist tahakküm, darbeler, çeteler gerçeği mi? Ulusalcı dayatma sonucu nice Kürt annelerimizin yaktığı ağıtlar, yakılan köyler, asit kuyuları mı yoksa marjinal olan? Açıkçası böyle bir kompleksimiz olmamakla birlikte şunu diyebiliriz ki; marjinal olan biz değiliz, olsa olsa yaşadığımız sıkıntılara kayıtsız kalanlardır. Yaptığımız şarkılar, hayatın gerçekleriyle ve birebir yaşadıklarımızla; dünya üzerinde var olanların muhatap kaldıklarıyla ilgili. Sanat anlayışımız da bu şekilde hayatın içinde şekilleniyor.
Peki, müzikal manada müziğinizin bir adı var mı?
Kastettiğiniz, belli akor kalıplarını ve gam dizisini kullanan, standart ritimleri olan anlamda bir tür ise biz ve bizim gibi müzik yapanların tek bir müzik türüne bağlı kalmadıklarını hatırlatmak gerek. Yani çeşitli müzik türlerinden izler taşır yaptığımız müzik. Ama biz, şarkılarımızın içeriği dolayısıyla “İslami müzik” deme taraftarıyız. Tabi, belirttiğimiz gibi, teknik anlamda değil, bir sıfat olarak kullanıyoruz bu adlandırmayı. Zira camiamızda kullanılan ezgi, ilahi, marş, özgün, protest gibi adlandırmaların sağlıklı tanımlamalar olmadığı kanaatindeyiz. Bu nedenle biz, müziğimizi içeriği/özü ve taşıdığı mesaj boyutuyla nitelendirmekteyiz.
Maişetinizi müzikten temin etmek ve devamlı bir mekânda çıkmak ister misiniz? Ya da böyle bir mekânın olmasına nasıl bakarsınız?
Bunun cevabı mekândan ne kastedildiğine bağlı. Genel anlamda mesajımızı iletebileceğimiz; biçimsel ve içerik itibariyle Müslümanca duruşa ve ahlaka aykırı olmayan her yerde şarkılarımızı söylemek isteriz. Ancak maişeti müzikten temin etmenin büyük oranda mümkün olmadığı ortada. Düzeyli ve özgün müzik üretimi için de bu sorunun önemli bir barikat teşkil ettiğini söylemek gerek. Maalesef bizler, maişetimizi temin etme çabası verdiğimiz işlerimizden vakit bulabildiğimiz kadarıyla müzik çalışmalarımızı yapmaktayız.
Genç Dergisi bünyesindeki arkadaşlarımızın Genç – Müzik isimli bir oluşumları var. Ünlü şairlerimizin şiirlerinin bestelerini yapmaya gayret ediyorlar. Hem onlar hem de müziğe hevesli gençler için ne tavsiye edersiniz? Nasıl bir yola giriyorlar?
Doğrusu kendimizi tavsiye makamında görmüyoruz. Ancak bize de tavsiye edilenlerden hareketle diyebiliriz ki, kaliteli sözlerin yer aldığı şiirleri bestelemek güzel bir uğraş ve nitelikli eserlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Bu yönüyle gayretlerini tebrik etmek gerek. Ancak yaptığımız eserler, bugüne de bir şeyler söylemeli. Şarkı sözlerinin, Müslüman bir kimliği inşa eden, geleceğe dair umut aşılayan, sorumluluk ve tavır almaya yönelten, yılgınlığa ve karamsarlığa karşı her daim mücadeleye çağıran bir içerik taşımasını çok önemsiyoruz biz.
Taha Süren'ın Yazısı.