Sakalı uzundan, sakalsızından, başı örtülüden, örtüsüzden, reklam tabelalarından, amaçsız insan selinden, npl uzmanlarından, kişisel gelişimcilerden, onlara karşı çıkanlardan, gelenekçilerden, yenilikçilerden, reformistlerden, sigara yasağından, park yasağından, otobüs kokusundan, apartmanlardan, pis merdivenlerden, yer altı tünellerinden, üst geçitlerden, hastanelerden, postanelerden, mısır satıcılarından, gül satan çingenelerden, gergin yüzlülerden, ekşi yüzlülerden, fırsatçılardan, fırsat eşitlikçilerden, demokrasiden, teokrasiden, sokratesten, aba altından sopa gösterenlerden, bugün git yarın gel diyenlerden, körüklü otobüslerden, kömürlerden, madenlerden, doğalgazlı odalardan, yurt odalarından, taksicilerden, taksilerden, dolmuşlardan, kırmızı ışıklardan, sanat filmlerinden, Amerikan filmlerinden, trafikten, kritikten, pratikten, panama kanalından, süveyş kanalından, televizyon kanallarından, bi yardım et Mehmet ali bey diyenlerden, yorgan için pire yakanlardan, kazananlardan, kaybedenlerden, borsacılardan, kale arkalarından, köftecilerden, dönercilerden, kıyılardan, köşelerden, bucaklardan, uzaklardan...
Kaçıp, bir abdest alıp…
Sonra? sonrası;
Allahuekber!
Kaçmak, kaçmak, kaçmak, ücralara mı? Hayır, bütün bu saydıklarımızın içinde bir ‘Allahuekber ferahlığına!’
Aşağıdaki metinler matbu halde bir yerde basılmamış, bir sitede yer almamıştır. Kendisinin izniyle yayınlıyoruz. Sadece bir bölümü Facebook hesabında vardır.
“Hepimiz binlerce sorun arasında boğuluyoruz. Bir hayat telaşını sürdürebilme çabasında önümüze dikilen sorunlar bunlar. Okulda, evde, iş yerinde, sokakta karşımıza dikilen sorunlar. Bunca sorun arasında bir “dert” sahibi olamadık. Bunca sorunla uğraşmaktan varoluşumuzun en derin çeperlerine sirayet edebilecek güçte bir derdimiz yok. Sorun varsa melankoli var, depresyon var. Dert varsa adamlık var. “Bir derdim var, bin dermana değişmem” diye ciğerinden kanıyor adam. Boşuna değil. “Derdi olanın benzi sarı oluyor” diyor hazret.”
“Taşeron lafını duyunca tüylerim diken diken oluyor. Bütün ülke taşeronların elinde kaldı hissine kapılıyorum. Eskiden de böyle miydi, şimdi mi fark etmeye başladım emin değilim. Ama taşeron deyince ucuza çalıştırılan işçiler, sosyal haklardan mahrum kalma, bir anda işsiz kalabilme ihtimali gibi şeyler geçiyor içimden. Bir yoksulluk hali, bir çaresizlik hali, bir sömürü hali, bir saldırı biçimi…”
“Dostoyevski okumalarına döndüm yeniden. Bu iyi mi bilmiyorum. Dostoyevski`ye yeniden döndüğüm zamanlardaki ruh hallerimi hatırlamaya çalışıyorum. Genelde heyecan ve coşku anlarında mı Dosto`ya gidiyorum, yoksa düşüş anlarında mı? Cevabı açık. Fazla düşünmeme gerek kalmadı. Çok kahrımı çekti adam. Elimden tutup kaldırmışlığı çok. Kimileri "insan" üzerine ne söylenebilecekse söylemiş diyor onun için. Ben de öyle düşünüyorum.”
“Boğa güreşlerinde her zaman boğayı tutuyorum. Tom ve Jerry’de adamım tartışmasız Tom. Televizyonu açtığımda bir maç varsa skor olarak geride olanı tutuyorum, Avrupa ve Afrika takımları oynuyorsa, kesin Afrika’lıyım. Kovboy filmlerinde hep Kızılderilileri tutuyorum. İmaj yapmış yıldız futbolcular yerine, çirkin ama büyük fedakarlıkla içten oynayan futbolcuları severim. Bu liste böyle uzar gider.”
“Mahallede top oynarken spor ayakkabılarını çıkaran çocukları anlıyor musun? Başka ayakkabısı yok. Evet onları top oynamak için aldı ama işte onunla topa vurmaya kıyamıyor. Bir daha ne zaman alabileceğini bilmiyor çünkü. Nasıl da çelişkili değil mi? Spor ayakkabısıyla topa vurmuyor işte. Bunu anlayabilmek, bir ülkenin toprağına sinmiş yoksulluğu ve çaresizliği anlayabilmektir. Rengini, desenini beğendiği için aldığı koltuğa örtü seren kadınlar da kıyamıyorlar koltuklarına. Eskirse, yenisini ne zaman alabileceklerini bilmiyorlar çünkü. Gittiği her düğünde aynı kıyafeti giyen genç kızı anlıyor musun? Çünkü sahip olduğu en güzel kıyafet bu ve her seferinde aynı kıyafeti giydiği duygusuyla değil, en güzel kıyafetini giydiği duygusuyla hareket ediyor.”
Taha Süren'ın Yazısı.