Yaşamak Bazen Ne Çok Sabır İster
Ahirete inanmayan insan ölümün karşısında nasıl sağ durabilir, El Adl`e inanmayan insan, haksızlık karşısında nasıl nefretten erimeyebilir, şehadete, fedakarlığa, affa inanmayan insan nasıl hayata devam edebilir. Zor çok zor.
Ne çok acı var…
Bir yurt binası. Bazı rahatsızlıkları yüzünden nicedir ölümü bekleyen, ailesinin ısrarlarına rağmen evine dönmeyen bir insan. Çünkü ev, onun için hizmetten uzaklaşmak demek. Boş oturmak hele de ömrünün en verimli zamanlarında, insanları, gençliği önemseyen biri için ne kadar da zor, veballi. O da öyle düşündüğünden olsa gerek, ailesinden uzakta pırıl pırıl gençlere hizmet etmeye devam ediyor. Ta ki sessiz ve kimsesiz -kimsesizlerin kimsesi ile belki- bir gecede emr-i Hak vaki olana kadar… Kasım 8, ölüme Gül`ümseyen bir insan, geride kalanlar için hüzün ve Fatiha.
Ne çok acı var…
Misafirlerin dahi alınmadığı, evin en mahrem alanı. Gecenin bir yarısı, yatak odası. Neden uyandığını bilmeden gözlerini açan taze gelin, kocasının neden bu saatte çekmece karıştırdığını anlayamıyor. Belki bir iki saniye içinde, çığlık atmaya başlıyor. Bu ses ile afallayan ve dönüp yüzüne bakan, arsız hırsız. Eşyaların maddi değerlerinden öte onların kendileyin havasını önemseyen biri için ne kadar da zor… Ortak bir kaderin sahibi olmaklıkla onları yoldaş gibi gören ve senelerin birikimi çalışmaları, hatıraları, detayları saklayan bir arşiv… Şimdi hırsızın, kadir bilmezlerin elinde. Korku ve kaygının kadere imanla giderilmeye çalışıldığı bir 9 Kasım sabahı.
Ne çok acı var…
Gurbet illerde bir okul binası. Saçının telini namahremden sakındığı için uzaklarda eğitimi seçmek zorunda kalanlardan biri. Artık son sınavı da verdiğinden, ailesinin yanına, vatanına dönmek üzere. Babasına diploma götürmenin isteği ile biraz daha sabır diyor, sevmediğim topraklara, hasret çekmeye biraz daha sabır. Değil mi ki, burada arkadaşlarına dinini anlatıyor, çocuklara gönüllü eğitim veriyor. Bilgisayar başında sınav sonuçlarını kontrol ederken görüyor ki vermiş son sınavı. Yani diploma törenine az kaldı. Evinde serili seccadesi, yarısı dolu tuzluğu, su bardağı, yabancı dillerdeki Kuran tercümeleri, hayalleri, istekleri, sevdikleri, sevenleri geride kaldı. İnsan herkesi kendi gibi bilir derler ya, o da nereden bilsin bir tanıdığının katile/katiline dönüşebileceğini. Oturduğu yerde bir ah bile diyemeden emaneti teslim ediyor. Ömrü vefa etmiyor bir bayrama daha yetişmeye. Kardeşlerine hediye almaya, anne yemeklerinden tatmaya ömrü vefa etmiyor. Yıllar önce 10 Kasım`da ayrılıyor memleketinden, yıllar sonra 10 Kasım`da ayrılıyor dünyadan. Telli duvaklı gelin oluyor kara toprağa. Adı müjde anlamına geliyor, ümit ediyoruz cennetle müjdelensin biz ardından okurken…
O düştüğü yeri yakan ateşin acısını hafifleten nedir? Bütün dünyayı durdurmak, intikam almak, çığlık atmak, kötü hatıraları barındıran mekanları terk etmek, neden ben diye sormak, öleni geri getirmek isteğimizi hafifleten nedir? Bir insanı, aciz, zavallı, göz kapağına, bir tek kılına bile sahip olamayan, söz geçiremeyen insanı, bu acılar karşısında ayakta tutan nedir?
Allah bilir ya, eskiler daha çok söyler, inanırlardı. Biz de söylüyoruz ve belki test ediliyor inancımız: Allah var, ne gam var. Ahirete inanmayan insan ölümün karşısında nasıl sağ durabilir, El Adl`e inanmayan insan, haksızlık karşısında nasıl nefretten erimeyebilir, şehadete, fedakarlığa, affa inanmayan insan nasıl hayata devam edebilir. Zor çok zor. Allah var her şey var. Her şey insanlar için, doğru. Dünya zalimlerle dolu, doğru. Fakat sabır işte tam da bunun için, yaşamak bazen nasıl da sabır istiyor.
Ve bir de dostlar var, yanımızdan eksik olmasınlar. Dost da acı hafifleten iksirlerden biridir. Onlar gönül dilini, vefa elini uzatan, bir mü`minin kalbini ferahlatmanın mükafatını inşallah kat be kat alası, bu mükafat ile günahları affolası, yolları açılası, Rahmet`e sürur ile kavuşası dostlar…
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.