Dünya Vatandaşı Olabiliriz Ama Dünya Bizim Olacak
Dünya ile barışık değiliz çünkü bu dünya layık olduğumuz dünya değil. Bu dünya, mevcut efendilerinin elinden çok çekmiş bir dünya…
2008 yılında Milli Eğitim Bakanı “ben genç olsam dünya vatandaşı olmaya çabalardım” demişti. Ona göre dünya vatandaşı olmak kendisi, ülkesi ve dünyası ile barışık yaşamak demekti. Gençler insanlık âleminin bir ferdi olduklarının farkında olmalıydılar. Çok iyi tahsil yapmalı, birkaç dil bilmeli ve bilişim teknolojilerini kullanabilmeliydiler.
Dünya vatandaşı olmaya çalışmak fena bir hedef değil. Ama kendisi olmaya çalışmaktan daha iyi bir hedef olamaz. Kendisi olmak, hakkındaki muradı keşfetmek demek; bu kadar insan içerisinde neden artı bir olarak yaratıldığını anlamak, verilenler ve verilmeyenleri iyi hesap ederek sevgi ve fedakârlık yoluna koyulmak ancak kendisi olanların yapabileceği bir şey. Zor. Ama zorluğu ölçeğinde semereli bir iş…
Kendisi olmayı başaran mekânı da zamanı da aşar. Onda dünya vatandaşı olup olmama gibi bir sorun bulunmaz. Sonsuzu kazanmaya ayarlı bir potansiyeli harekete geçirmiştir, dünyaya sığar mı o? Sadece dünyayı değil âlemi de aşar. Âlem onda tecelli eder, o da âlemde… Ama bu, yazıya döküldüğü kadar basit bir iş değildir. Niyet gerekir. Azim gerekir. Hakkı ve sabrı tavsiye edecek dostlar gerekir. Süreç gerekir. Esas iş de budur, uğraş da… Buna rağmen dünya vatandaşı olma uğraşını da faydasız görmüyoruz. Bu uğraş kendi olma ve kendini bulma yolunda bir ara istasyon olabilir. Ama doğru trene binmek şartıyla…
Eğer vatandaşlık dünyanın her bölgesinde geçerli olabilecek bilgiye, tecrübeye, beceri ve özgüvene sahip olmaksa bu gıpta edilecek bir çıta değildir. Biz vatandaşlık derken daha yüce bir ufku kastediyoruz. Tamam, her yerde yaşayabilecek, her yere uyum sağlayabilecek ve her insanla asgari bir kültür seviyesinde iletişim kurabilecek bir birikimde olmalıyız, ama daha farklı niteliklere de sahip olabilmeliyiz.
Herkesle her yerde uyum için yaşama ufkuna takılıp kalan mevcudu onaylayan ve mevcut ile yetinendir. Bizim mevcut ile bir meselemiz var. Onunla yetinmemiz şöyle dursun, onu ıslah etmenin, hatta yenilemenin gereğine inanıyoruz. Ne kendimiz ile barışığız, ne ülkemiz ne de dünya ile… Mevcudun hiçbirisi bize yetmiyor, her birisinin değişmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Kendimiz ile barışık değiliz, çünkü içimizdeki karanlık yanın farkındayız. Sözümüzü, düşüncemizi ve hareketimizi sürekli kontrol altında tutuyoruz. Adam olmak, olgunlaşmak, en yüce insanlık ufkuna doğru bitmeyecek bir seyr tutturmak istiyoruz. Kendisiyle barışık olanlar buldukları ile yetinenlerdir.
Ülkemiz ile barışık değiliz, çünkü ülkemizin dünya üzerinde layık olduğu yerin burası olmadığının farkındayız. Bu mübarek vatanı seviyoruz, onun bir zamanlar olduğu gibi dünyanın merkezi olması gerektiğini düşünüyoruz. Dünyayı yönetmiş dedelerimize layık olmanın yolu buradan geçiyor. Mevcutla barışık olanlar, ülkemiz böyle devam etsin diyenlerdir. Ülkemiz böyle devam etmesin, büyüsün ve layık olduğu yere ulaşsın.
Dünya ile barışık değiliz çünkü bu dünya layık olduğumuz dünya değil. Bu dünya, mevcut efendilerinin elinden çok çekmiş bir dünya… Sömürü, eşitsizlik ve zulüm düzeni hala hüküm sürüyor. Daha kötüsü bu durum, böyle gelmiş böyle gider diye bize dayatılıyor. Böyle gelmiş ama böyle gitmemeli. Bu düzen değişmeli. Bu değişimi ona ayak uydurmak derdinde olanlar başaramazlar. Onunla barışık olanlar da… Değişimi ayrı bir şuur, bilenmiş bir irade ve farklı niteliklere sahip olanlar başarabilirler.
Ayrı şuur, kendi dünyasını oluşturabilme ülküsünü hiç unutmamak demektir. Biz bir yere aidiz, bir yerde doğduk ve oranın çocukları olarak büyüdük ama dünya bizimdir. Dünyayı, dünyamız haline getirebilmek, bize verilmiş bir görevdir. Kimse bu görevden kaçamaz. Dünyaya, uyum sağlamak için değil, uyumu sağlamak için geldik. Yaratanın temsilcisi olmak bunu gerektirir. O kendisi gibi davranalım diye yolladı bizi. Kendisine inananların er geç dünyanın varisleri olacağını müjdeledi. O yüzden yeryüzü bizimdir. Sadece insanlar değil, yaratılmış her şey bize emanettir. Herkesin problemi bizim problemimizdir. Acı herkesin dilinde farklı da olsa her insanda aynı yeri titretir. Gözyaşının dili ortaktır. Dilin söylediğini ancak o dili konuşabilenler, hal dilini ise herkes anlar. Dünya vatandaşı her yerde herkesin anlayacağı dili konuşur, çünkü her yer onundur. Her yerde aynı hissiyatı harekete geçirmeyi, gönüllerdeki aynı teli titretmeyi bilir, çünkü o gönlüyle gider, gönlüyle konuşur ve gönlüyle iş yapar.
Dünya vatandaşı olmak demek bilenmiş bir iradenin sahibi olmak demektir. Dünya kutlu zamanlar gördüyse bu, beldelerine sığamayanlar sayesinde oldu. Gözlerindeki ışıltı ile ulaşacakları yerleri aydınlatanların tek gayesi o güzeller güzeli Kutlu Nebinin mesajını götürmekti. Biz de aynı işe talip olabiliriz, çünkü bizim gözlerimizde de dedelerimizden miras kalmış o ışıltı var. Zaman zaman aynada görüp şaşırdığımız bu keskin ışık bizi kendi dünyasına tıkılıp kalanlardan ayırıyor. “Biz yetmeyiz buralara” diyoruz. “Bizim derdimize buralar yetmez… Dedelerimiz dünyayı bir zamanlar adalet, huzur ve refahla imar etmişlerdi. Biz de aynı işi yapabiliriz, biz de dünyayı gözlerimizdeki ışıkla imar edebilir, sömürü, zulüm, gözyaşı ve kanla ifsat edilmiş dünyayı ıslah edebiliriz.”
Uyuma değil ıslaha ve imara talip olanlar evvela nasıl bir dünyada yaşadıklarının farkında olmalılar. Dünyayı tanımak, orada gemisini yürütenlerin hangi saik ve amaçla neyi niye yaptıklarının ayırtına varmak demektir. Mesela mevcut düzen dünyanın farklı bölgelerinde nasıl farklı uygulamalara imza atıyor? Bütün farklılıklarına rağmen herkesi nasıl aynı hizaya sokabiliyor? Her insanda mahalliliğin ötesinde müşterek bir payda var, bunu fark edebilecek bir algı ve anlayış seviyesine erişebilmeliyiz. ABD’de tokluktan, Afrika’da açlıktan muzdarip insanların derdini aynı potada eritebildiğimiz gün dünyada herkesin gönül telini titreten bir dil ile konuşuyor olacağız. Bu dil herkesin kulağına aşina gelecek.
Kürenin her köşesinde sadece anlaşılabilecek değil, kabul görecek bir dile sahip olmak isteyenler yüreklerini talip oldukları âlem kadar genişletmek zorundalar. Bu ise insana dair her şeyle ilgilenmeyi gerektirir. Dünyada ne olup bitiyorsa benim ilgim dâhilindedir, çünkü beraber yaşıyor olmak, aynı kaderi paylaşıyor olmak demektir. Aynı kaderi paylaşan insanlar aynı geleceğe yürürler. Geleceğimizin güzel olması birbirlerimizin dertleri ile dertlenmekle mümkündür. Ellerinden tutup aynı güzelliklere yürüyeceğimiz insanları çoğaltmalıyız. Bu kendimizi çoğaltmak anlamına gelir. Bunun ise şartı bellidir: Yürekte sınır olmayacak. Sadece insanlara değil bütün yaratılmışlara şefkat ve merhamet ile bakış, yüreğin refleksi haline gelecek. Merhamet medeniyeti yeniden doğacak böylece. Adalet ve şefkat yeniden tesis edilecek.
Dünya vatandaşı olmalıyız, ama o dünya bizim dünyamız olmalı. Bizim imar ve ıslah edeceğimiz, merhamet sütunları üzerinde yükselmiş, vatandaşı olmakla iftihar ettiğimiz bizim dünyamız…
Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.