Gözleri gök kadar parlak bir Genç elinde manzara albümü ile çıktı geldi. Hâkim fotoğraflara bakıp yorumlar yapmayı seviyordu. Genç de dinlemeyi… Başladılar beraber sevdikleri işi yapmaya…

Bir fotoğrafa gelince Hâkim durakladı. Bakışları derinleşti. Sanki fotoğrafın yanına indi. Onunla oturdu, halleşti, yüzü geldi gitti bir ara hatta…

Susuyor, sadece bakıyordu.

“Hüzün kokusu gelmeye başladı, gözleri ne âlemde acaba” diye düşündü Genç. Eğilip, hangi fotoğrafmış bu diye yeniden baktı.

Kıraç bir tepenin üzerinde dalları göğe erişmiş kocaman bir ağaç fotoğrafıydı bu. Ne heybetli duruyordu ama… Yapayalnızdı, etrafında kimse yoktu; ama göğü avuçlayacak derecedeki azametli dalları, kalın gövdesi ve gösterişli bitki dokusu ile o kadar müstağniydi ki...

“Müstağni… Evet, kelime bu işte…” diye düşündü Genç…

O sırada hâkimin ağzından birkaç kelime düştü:

 “Ne kadar da müstağni…”

Genç, Hâkim’in gözlerini yakalamaya çalışıyordu. Önce hayranlık görmüştü sanki orada. Ama bakmaya devam ederken içi boşalıvermişti sanki o gözlerin… Sonra görüp geçirmişlikten, yaşanmışlıktan çıkıp gelmiş bir kanaat gelip oturmuştu. Ağacı anlayan, takdir eden ve fakat tasvip etmeyen bir tür bilgelik ya da…

Hâkim parmağını ağacın üzerine koydu:

- Anlıyorum onu, hayran olmamak elde değil, takdir de ediyorum. Ama…”

Genç dikkat kesildi. Hâkim devam edecekken ayağa kalktı ve kitaplığına yöneldi. Elinde bir albümle geri döndüğünde Genç merakla onu izliyordu.

- Bak burada bir ağaç var. Hindistan’da yetişen bir ağaç bu; Banyan… Bir tür incir ağacı. En büyük özelliği dallarının göğe doğru değil toprağa doğru büyümesi. Dallar toprağa giriyor ve yeni bir kök oluşturuyor. Böylece çoğalıyor. Zamanla tek başına bir orman halini alıyor.

Kitabı kapatırken tekrar o müstağni ağaca koydu parmağını:

- Benim gönlüm o müstağni, tek başına bir anıt gibi yükselen ağaçta. Ne kadar da onurlu, ne kadar da vakur, dimdik… Hayatta yaşayacaksan böyle dimdik, müdarasız ve yalnız yaşayacaksın. Böyle yaşamayı isterdim, ama yaşamadım, çünkü…

Genç, gözlerine takıldı Hâkim’in. O gözlerde özlem vardı ama pişmanlık yoktu. Ne diyecek diye dikkat kesildi. Hâkim kararlı bir şekilde devam etti:

- Çünkü bir vazife ile gönderilmişsen, ulaştırman gereken bir sözün varsa ve sözünün yitip gitmemesini istiyorsan banyan gibi olacak, banyan gibi yaşayacak ve banyan gibi davranacaksın. Kökünden çıkan dallarını ihtişamla göğe değil, tevazu ile toprağa döndüreceksin. O dallar seni değil kendilerini büyütecekler.

Her biri ayrı bir ağaç olacak ama ayrılıp da gitmeyecekler. Seninle çoğalacak, seninle büyüyecek, seninle gelişecekler. Sana bakan istiğnanı değil, müdaranı görecek. Yalnız kalmayacak, çoğalacaksın.

Albümü kapatıp Genç’e uzatırken gülümsedi:

- Olacaksan banyan ol…

Genç de gülümsedi. Sonradan niye gülümsediğini bilmediğini söyleyecekti. Bir de o sözle buluşma vaktinin çok sonraları geleceğini…


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.