Zamanın ve Zeminin Sıkıştırdığı Adam, Dayan!
Hatırlıyorum da, namaz kıldığında nasıl da mutlu oluyordun, nasıl da huzurluydun. Daha sonra sana bir şey oluyordu ve namazların aksıyordu, manevi hayatın alt üst oluyordu. Bir o yana bir bu yana sarkaç gibi sallanıyordun.
İlk tanıştığımızda, kılık kıyafetin dikkatimi çekmişti. Gayet düzgün giyinmiş, güzel bir koku kullanmıştın. Her anlamda dinç görünüyordun. Zamanla tanışıklığımız daha da arttı. Gün geldi birlikte yemek yedik, gün geldi birlikte sabahladık. Dokuz aydır seninle birlikteyiz ve sanırım tanıdıkça daha da sevdiğim nadir insanlardan birisin. Yüzündeki tebessüm, kalbindeki sevgi ve özellikle “insana duyduğun saygı” gerçekten seni sen yapan en güzel hasletlerden. Hele fedakarlığın… Düğün zamanımda, sanki candan bir dost gibi elinden geleni ardına koymamıştın. Kendi özel işlerini bırakıp benim için koşturmuştun…
Dedim ya, tanıdıkça daha da sevdiğim nadir insanlardan biriydin ve her geçen gün başka güzel özelliklerine şahit oluyordum. Evine misafir ediyordun, kendi yatağını bana veriyordun. Bir şeyler alacak olsak eli cebine ilk giden sen oluyordun. Zamanla hem zahiren birlikteliğimiz arttı hem batınen.
İçten içe seni gözlemlemeye başladım. Gördüm ki aslında bir işe odaklandığında onu en iyi yerlere kadar götürebiliyorsun. Tofaş’ın basketbol takımında bir zamanlar en iyi yerlere gelmişsin mesela. Fıtrat olarak hem nezaketi barındırıyorsun bünyende hem de aslında aşırı bir hırsı. Hayat tarzına, yakın çevrene ve yaptığın diğer işlere dikkat kesildim. Uzun süren bir birlikteliğin ardından, aslında iki arada bir derede kaldığını, içten içe ruhi bunalımlar yaşadığını fark ettim. Bu öyle bir yaraydı ki, ancak senin konumunda olanların anlayabileceği cinstendi. Bir nevi modern şizofreniydi yaşadıkların. Bir yanında her daim canlı tutmak istediğin iman aşkı ve şevki vardı, diğer yanında ise yakın çevrenin ve içinde bulunduğun işlerin seni alıp götürmek istediği menfi iklimler. Hatırlıyorum da, namaz kıldığında nasıl da mutlu oluyordun, nasıl da huzurluydun. Daha sonra sana bir şey oluyordu ve namazların aksıyordu, manevi hayatın alt üst oluyordu. Bir o yana bir bu yana sarkaç gibi sallanıyordun. Sürekli bir koşturmaca vardı içinde, bitmek bilmeyen bir gel-git.
Sanırım bu çalkalanmalar seni epey bir yormuş olmalı ki, zamanla işlerinde de bir yavaşlama başladı. Bir türlü yetişemez oldun işlere, bir türlü kalbindeki daralmalar sükun bulmadı. Ama şunu biliyordum, birlikte olalım ya da olmayalım, sen hep bir şeylerin derdine düşmüştün; İnandığın gibi yaşamanın, Allah’a güzel bir kul olabilmenin, zamanın ve zeminin kaypaklığına inat iman bilinciyle kuşanmanın, nefsin her türlü kışkırtmasına karşılık zor da olsa dik durmanın… Seni gördüğümde, senin şahsında kendimi hatta milyonları görüyordum. Salih bir çevrenin tam içinde olmamanın verdiği ruh sıkıntılarını, dünya ve ahiret arasında denge kuramamanın verdiği üzüntüyü görüyordum. Ama ne mutlu ki sana, sen bu gibi sebepler yüzünden kendini üzüyordun, sıkıntı yaşıyordun. Gününü gün edebilecek bir hayat tarzına ve arkadaş çevresine sahip olduğun halde, ben nasıl daha iyi bir adam olabilirim diye kıvranıyordun. Düşünüyorum da, gerçekten büyük iş seninki… Gerçekten… Şimdi senin şahsında birkaç şeyi dile getirmek istiyorum.
İÇİMİZDEKİ MÜCADELE HİÇ BİTMEYECEK
Hayatımızda bazı şeyleri yerli yerine oturtmak bazen seneler sürer. İnsanın yaşı kaç olursa olsun, eksik kalan yanları daima olacak. Kendimizi yetiştirme yolunda ne kadar çaba sarf edersek o kadar iyi. Çünkü inanıyoruz ki son nefese kadar süren bir imtihan ile karşı karşıyayız. Ve sen sevgili dostum, bu süreçte, bizim gibi genelde muhafazakar camialar içinde bulunan insanlardan daha çok gel-git yaşayacaksın. İki arada bir derede kalmanın verdiği acı seni sıkacak, daraltacak, yutmaya çalışacak. (Tabii bu derdi taşıdığın sürece.) İki arada kalmaktansa bir tarafa geçeyim ve kurtulayım diye düşüneceksin. Ve bu geçiş aşamasında, büyük ihtimal şeytan ve nefis seni kendi tarafına çekecek. Çünkü bu tür iç gerilimler, görünmeyen kaygılar, insanı bir noktada iki taraftan birine gitmek zorunda bırakıyor. Bu yüzden sana tavsiyem, salihlerle birlikte olmak için gerekirse her şeyi yap. Aksi takdirde, çok yakın çevremde gördüğüm, salihlerle birlikte olmadıkları için nefsani bir hayatın girdaplarında çalkalanan insanlardan olman işten bile değil.
GÜZEL HUYLAR İNSANI GÜZEL’E GÖTÜRÜR
İnanıyorum ki, sendeki güzel huylar seni en Güzel’e ulaştıracak. Bu bakımdan, içinde bulunduğun bu karmaşık ruh halleri o en Güzel’in yardımı ile zamanı geldiğinde durgunlaşacak, daha iyiye ulaşmak için harcadığın çabalar sonuç verecek. Çünkü her iyiliğin bizde bıraktığı bir lezzet, her kötülüğün bizde bıraktığı bir sıkıntı vardır düsturunca, iyiliklerin senin en güzel yol rehberin olacak, arzuladığın o huzur atmosferine giriş için en büyük anahtar vazifesi görecek. Cömert olduğun gibi Allah da sana ikram etsin, fedakar olduğun gibi Allah da senin sıkıntılarını gidersin, kendinden küçüklere verdiğin değer gibi Allah da seni yüceltsin, amin…
OKUMADIKÇA KİŞİLİĞİMİZ NASIL OTURACAK
Bir şeyi açık yüreklilikle dile getirmek istiyorum: Okumuyoruz sevgili dostum ya da çok az okuyoruz. Yani hayati öneme sahip kitapları dahi okumuyoruz. Ve bu okumama, ister istemez kişiliğimizi bütünleme yolunda bizim için en büyük engel oluyor. Öyle ya, bir mücadelemiz var, kişiliğimizi oturtma yolunda çaba sarf ediyoruz, daha oturaklı bir duruş için, daha anlamlı bir hayat için çabalıyoruz. Bunların olması için okumamız şart. Çünkü okudukça besleneceğiz, okudukça taşları yerli yerine oturtacağız.
AH DENGE
Son olarak söylemek istediğim birkaç şey var. Şu zaman diliminde, senin gibi arada kalmış o kadar çok insan var ki…(Bizler de bu arada kalmaya dahiliz bir başka açıdan, lakin içinde bulunduğumuz çevreler itibarıyla bu arada kalmanın etkisini daha az yaşıyoruz.) Zamanın ve zeminin getirdikleri yüzünden ister istemez çoğumuz böyle bir ikilem yaşayabiliyor. Sanırım asıl marifet, önümüzde duran bu iki hayat tarzı arasında sağlıklı bir denge kurabilmek. Çünkü aksi takdirde, bazen çevremizde gördüğümüz, hızla namaza başlayıp kılık kıyafetini tamamen değiştiren, aradan zaman geçtikten sonra eski serkeş hayatına daha da derinlemesine dalan bireylerden olmak da hoş değil. Bu dengeyi sağlayıncaya kadar dilerim en az dengesizlikle süreci bitiririz. İyi niyetlerine ve güzel düşüncelerine selam olsun…
NEZAKET BAZEN BİZLERİ ASOSYAL YAPABİLİYOR
Kıymetli bir büyüğümün dediği gibi, belki de bu denli nezaket sahibi olman seni bir noktada asosyal yapıyor olabilir. Aşırı nezaket seni iyice içine kapıyor ve farkında olmadan insanlarla ilişkin belli bir seviyenin ötesine geçemiyor. Ne dersin, olabilir mi?
TEMENNİLER GERÇEK OLSA KEŞKE
Sanırım çoğumuzun en büyük problemlerinden biri de bu: Temennilerimizle gerçek dünya arasında dağlar var ve biz bu yüzden sürekli kan kaybediyoruz. Maalesef sevgili dostum, sen de şahitsin ki çoğu zaman “tamam inşallah, halledeceğim, o iş çok kolay” dediğimiz şeyleri yapamadık, başaramadık. Kendi iç dünyamızdaki trafik o kadar yoğun ki dış dünyanın gerçekliğini kaçırmamıza sebep oluyor. Sen ki istesen bir işe odaklanıp canını bile okursun, gel gör ki iç dünyandaki karmaşalar yüzünden çoğu zaman bir saatlik işleri bile iki günde bitiremedin. Yanlış anlama sakın, ha sen ha ben, sadece gerçekleri söylemek istedim. Sanırım hayal dünyamızdan çıkıp gerçek dünyayı yakalamak için kendimize bir çekidüzen vermemiz gerekiyor. Parçalı kişiliklerden bütün bir kişiliğe doğru mücadelemiz kutlu olsun...
Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.