Kıymayın Osmancık`lara
Osman Gazi Han’ı, Osman Gazi Han yapan, Osmancık’ı öldürmesi değil, emrine almasındandır. Siz deyin ki doru bir at eyerlenmiştir, ben diyeyim ki deli bir genç, olgun bir adamda erimiştir, editörümüz desin ki Osmancık, Şeyh Ede Balı’nın ocağında pişmiştir.
Facebook paylaşım ağında kısa bir animasyon dolaşmıştı. Rengarenk kıyafetleri içinde neşeli, birbirinden farklı çocuklar güle oynaya bir okulun kapısından içeri giriyorlar. Zil çalıp, okuldan çıktıklarında ise hepsinin suratı ciddiyetle gerilmiş, saçlar aynı şekilde taramış, kıyafetleri ve halleri tek tipleşmiş oluyor. Hatta hepsi bir kopya. Bilmiyorum bunun mazisi ne kadardır ama, bizim çocukluğumuzda da renkliliklerden, farklılıklardan haz etmeyen insanlar vardı etrafımızda. Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli dendiği zamanlar, insanların kürk yelekler giyip, at sırtında kılıç salladığı Türk filmlerinde kalmış olmalıydı.
Üstelik bu tek tipleştirme, kalıba sokma işlemi çoğu zaman terbiye etme işlevi ile aynı görülür. Edepli, akıllı uslu çocuklar. Otur deyince oturacak, kalk deyince kalkacak. Edep, elbette birçok meleke gibi çocuk yaştan itibaren kazanmaya başlanır. Fakat bu ayar öyle ince bir ayar ki, büyükleri konuşurken sessiz kalmayı bilen çocuğumuzun, haksızlık karşısında susmayacağından emin olmalıyız.
Bizde genellikle, kimse farklı bir ses duymaktan haz almaz. Korolardaki ahengin farklı tonların belli bir düzen neticesinde bir araya gelerek oluştuğunu fark etmezler. Çocuklardan, çalışanlardan cesaret, atılganlık, tuttuğu işi koparma, bir işi sonuna kadar götürebilme yeteneklerini beklerler. Fakat her geçen gün kişinin özgüvenini sarsan, kendini başkalarına muhtaç hisseden yanlarını beslerler. Çünkü takdir yoktur, bırakın takdiri, çoğu zaman güzel işleri görmezler bile. Gördüklerinde de bu başarı için benim sağladığım koşullara muhtaçsın, ben yoksam sen bir hiçsin bakışları vardır.
Bir okuma grubumuz var. Orada yaptığımız bir çalışmanın parçası olarak, tarihi romanlar okuyup, üzerinde konuşuyoruz bu aralar. Okuduğumuz kitaplardan biri de Tarık Buğra’nın yazdığı, Osmancık adlı eser.
Osmancık üzerine eleştirel bir yaklaşım sergilemek değil niyetim. Peki ne? Yukarıdaki giriş neticesinde bu gözle okusak Osmancık’ı, ne görürdük? Biraz bu konuya odaklanmak niyetindeyim.
Osmancık şimdi yaşasaydı, tam da deli bu çocuk, diyeceğimiz bir genç olurdu herhalde. Deliyi akılsız anlamında kullanmadığımı söylemeye gerek yok tabii. Peki, o ulu çınar misali devleti kuran, adaleti dirhem şaşmayan, ölmekten, kafirden, savaşmaktan korkmayan Osman Gazi Han, ne oldu da o mevkiye geldi?
Babasını endişelendiren, Ede Balı üzerine at süren, arkadaşları ile eğlenceye giden Osmancık’ı, kimsenin görmediği bir dere kenarında boğdurdu mu? Yol vermez kalelerin zindanlarına mı kilitledi? Osmancık’ı aslanlara mı yedirdi?
Öyle olsaydı, bugün belki biz de olmazdık. Çünkü Osman Gazi Han’ı, Osman Gazi Han yapan, Osmancık’ı öldürmesi değil, emrine almasındandır. Siz deyin ki doru bir at eyerlenmiştir, ben diyeyim ki deli bir genç, olgun bir adamda erimiştir, editörümüz desin ki Osmancık, Şeyh Ede Balı’nın ocağında pişmiştir.
Bakın şu satırlara: “Osman Bey, Osman Gazi, elbette ki Osmancık`tan çok farklı bir şahsiyet arz eder. Ancak Osmancık tipi ölmüş değildir. Şimdi "Osmancık atılganlığı, Osmancık cesareti ve Osmancık gururu" Osman Gazi`nin emrindedir. "Osmancık ve Osman Beg sağrı sağrıya ve at başıdır daima." (s.215)
Fakat Osman Bey`in seçtiği yolda artık telaş yoktur, sabırsızlık yoktur, hırs yoktur, öfke yoktur: Artık daha çoğu değil; zaferin, kazancın daha çoğu değil, sağlamı... çok, çok daha ötelerdeki zamanlar için. Ve, Ede Balı`nın deyişi ile, soy için, inanç için, amaç için!"dir her şey. (s.291) “Kılıç, elbette, kullanılacaktır; ama kılıcın kını artık sorulardır. Kılıç bu sorulardan sıyrılacaktır. Bu soruların kından farkı yoktur; kın gibi somuttur: Nerede? Ne zaman? Nasıl? Ne için? Neyin karşılığında neyi elde etmek için?" (ss.354-5)
Osman Bey olmak için Osmancık’dan kurtulmak gerekmiyor. Tabi kopya çekmek için bin bir hile bulan, dersleri asmak için bahane üreten, tembel adam yaratıcı olur diyen bir yanınıza sakın Osmancık, Alicik, Ayşecik, Fatmacık adını takmayalım. Yoksa onları içimizde eritir, hamurumuza katarsak bizden ne köy olur ne kasaba. Halbuki bizim gözümüz kızıl elmada.
Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.