Dersimiz Kayrımcılık
Kayıransak bu alışkanlığımızdan vazgeçmeli, kayrılansak kayrılmayanları gözetmeli, kayrılmayansak hakkımızı aramalı… Meli-malı insanlık hakiki insanlık olmalı…
Adaletin azaldığı yerde kayrımcılık başlar. Ana kucağında başladı kayrımcılık. Bir annenin tüm çocuklarına eşit sevgiyi gösterebileceğine kimse inanmasın. Oğluyla kızını, büyüğüyle küçüğünü, uzunla kısasını, zekiyle safını, güzeliyle çirkinini, kendisine benzeyenle kocasına benzeyeni, sarışınla esmeri, ela gözlüyle boncuk gözlüyü, yaramazla usluyu ayırmıştır anacıklarımız. Bu ayrımdan sonra gelen kayırım çocuğun tüm hayatını etkileyecek güçte maalesef.
Baba ocağındaki kayırım hayatın tam da merkezinde. Kimin okuyarak belli bir yaşa kadar sürekli destekleneceği, kimin zamanı gelince iyi bir ustanın ya da esnafın yanına verilip eli ekmek tutar hale getirilmesi gerektiği, kimin ev işlerinde annesine daha çok yardım etmesi gerektiği, kimin bahçe işlerinde babaya yardım etmesi gerektiği, kimin önce evlenmesi gerektiği hep baba ocağı temelli kayrımcılığın argümanlarıdır. Babanın bu argümanlar üzerinden yaptığı seçimler memnuniyetsizlikleri getirir çoğu zaman.
Okula başlarız ilk öğretmen, bizim temizliğimize, ailemizin yapısına, çalışkanlığımıza, zekâ kapasitemize, beslenme çantamızda ne olduğuna, sınıf arkadaşlarımız arasındaki saygınlığımıza, sportif faaliyetlerdeki başarımıza, şarkı türkü söyleyip söyleyemediğimize, ödevleri yapıp yapmadığımıza göre bizleri sıralar. Bu sıralamadaki yerimiz çok ilerdeyse bizimle özel olarak ilgilendiği durumlar olur, diktatöryasını kurup bizi sınıf başkanı seçtirdiği bile olur, ama sıralamada sonlara doğruysak bizimle özel olarak ilgilenmesini bırakın çobanlığımızdan şark çıbanlığımıza kadar olmadık hakaretlere maruz bırakır.
Üniversiteye gelince işler anormal ciddileşir, hoca sayısı arttıkça infaz kriterlerimiz de artar. Yüzlerce etikete maruz kalırız. Giyim kuşamımız, markalarımız, takımlarımız, siyasi görüşlerimiz, inançlarımız, bağlı bulunduğumuz kulüpler, bağlı bulunmadığımız kulüpler, bildiğimiz diller, mezun olduğumuz okullar, oturduğumuz semtler, memleketlerimiz, şivelerimiz, dinlediğimiz müzikler, beğendiğimiz filmler, hayranı olduğumuz insanlar, okuduğumuz kitaplar, hobilerimiz, üniversiteye ulaşım şekillerimiz, taşıdığımız aksesuarlar, anne ve babalarımızın meslekleri, kardeşlerimizin ne yaptıkları, isimlerimizin anlamları ve isimlerimizden memnun olup olmadığımız ve daha birçok ayrıntı bizim üzerimize yapışır kalır. Bütün bu yapışkanlara alışsak bir türlü alışmasak bin türlü dert. Cevap verirsin seni “yarası olan gocunur” diyerek oyuna getirirler cevap vermezsen kabul ettiğini düşünür seni daha fazla gündemde tutarak dalga geçerler. Nereye kaçmak istersen iste pek de kurtuluşun yok açıkçası. Bütün bu özelliklerin tersine sahip insanlar hocalar tarafından bizzat sevilir onlara ayrıcalıklar tanınır. Sınavlarda boş kâğıt verip yüksek not alanlarına bile şahidiz şu 5 yıllık üniversite hayatımızda. Hocanın bir konuyu, sevdiği bir öğrenci istedi diye defalarca anlattığı görülmüştür. Kopya çektiğini görmesine rağmen görmezden gelme çabaları, sınavda çıkacak soruların önceden söylenmesi ya da ima edilmesi, yerli yersiz iltifatlar, ailesinin halini hatırını sormacalar bizzat karşılaştığımız hadiseler.
İş hayatında durum daha bir farklılık kazanıyor. Usta, kendisine eti senin kemiği benim hesabı verilen çırağı tabiri caizse maskara ediyor. Çırak, sabah namazından önce yola koyuluyor, yolda ezanı duyduğu camiye girip sabah namazının sünnetini kılıyor ve camiden çıkıyor, yürümeye devam ederek farzı kılacağı camiye geliyor orada farzı kıldıktan sonra yoluna devam ediyor, gün ağardığında ancak dükkâna varabilmiş oluyor. Dükkânı açıp hemen temizliğe başlıyor, akşamdan kalan aletleri topluyor, hepsini sırasıyla yerine yerleştiriyor, cebinde parası varsa yoldan geçen simitçiden bir simit alıp kemirmeye başlıyor. Bu para onun yolu yürümeyi göze alıp simide ayırdığı son para. Simidi olabildiğince uzun lokma aralıklarıyla yiyor, ama diğer çırak gelmeden bu simidi de bitirmesi gerekiyor. Diğer çırak ustanın ilk göz ağrısı, kalfa bile sayılır. İşi biliyor, ustanın söylediğini anlıyor tüm alet edevatı ezbere kullanıyor. Usta’nın kayırdığı eleman budur. Dükkândan içeri girer girmez ustanın koltuğuna oturuyor, oradaki eşyaları kurcalıyor kasıtlı olarak da dağıtıyor. Usta gelince dağıttığı için ona kızmayacak, toplamadığı için diğer çırağa kızacak bunun bilincinde. Diğer çırak ona kuma gibi geliyor adeta bir kımız zararlısıymış muamelesi yapıyor. Öğle vaktine doğru ustaları çıkıp geliyor. Yeni çırağa birkaç küfür savurduktan sonra eğer ortamda ters bir şey görürse tekme ve tokadı da küfürlerine ekleyerek yeni çırağı iyice eziyor. Koltuğuna oturduğunda karnının acıktığını düşünerek az önce dövdüğü çırağına yemek söyletiyor. Yemek tek kişilik. Çıraklara yemek yok tabii ki. Onlar kendilerine verilen harçlıktan alacaklar yemeklerini. Tabi ustanın yemeği onların bir haftalık harçlığına yakın bir tutara sahip. Küçük çırak ufak tefek bir şeylerle nefsini köreltiyor diğer çırağın haftalığı daha fazla olduğu için yeni çırağın canını da çektirecek şekilde bir şeyler söylüyor kendisine. Ustamız yemeğini yiyip çayını içtikten sonra işe başlıyor. Gece yarısına kadar işe devam ediyor usta çünkü işin yetişmesi lazım. Sabah yattığı vakti geceye saklıyor. Ama çıraklar yatmamış olmalarına rağmen, gece usta çıkana kadar dükkânda durmak zorundalar. Eski çırağın evi ustanın yolunun üzerinde usta arabasıyla onu bırakıyor evine. Diğer çırağı sormayın onun ne arabası var ne de otobüs parası. Bütün günün ve gecenin yorgunluğuyla evine doğru adımlıyor. İş yerinde yatmayı aklından bile geçiremez böyle bir şeyi usta fark ederse işten çıkması an meselesi. İşin en garip yönü eski çırak da yeni çırak da bir gün usta olduklarında ustalarının yaptıklarının aynısını belki daha kötüsünü yapacaklar…
Profesyonel iş hayatında olay biraz daha faz değiştiriyor. İşteki tecrübemizin yanında ek özelliklerimiz bizi ileri taşıyor. Bu da genelde patronla, şefle, müdürle ve diğer çalışanlarla uyumumuza bakıyor. Herkes uyum sağladığı kişiyi diğerlerinden üstün görüyor. Ona güveniyor. İş yerinin muhtaç olduğu elemansanız sizden önce işe girmiş insanlardan daha fazla bir maaşla işe başlamanız söz konusu olabiliyor. Bu daha çok teknolojik konular üzerinden oluyor. Teknolojiye uyum sizin kayrılmanıza en çok sebep olan konu haline geliyor…
Hayatın neresinde olursan ol, yani kayıran, kayrılan ve kayrılmayan insanlarla karşılaşmamız mümkün, çoğu zaman bu döngünün aktörlerinden olduğumuz da bir gerçek. Bu döngüyü kırmanın yolu, önce kendimizi bu döngünün dışına atmaktan geçmektedir. Kayıransak bu alışkanlığımızdan vazgeçmeli, kayrılansak kayrılmayanları gözetmeli, kayrılmayansak hakkımızı aramalı… Meli-malı insanlık hakiki insanlık olmalı…
*Kayrımcılık: Sözlüğümüzde yer almamaktadır, ayrımcılık sözcüğünden etkilenilerek kayırma hali anlamında kullanılmıştır.
Sami Yaylalı'ın Yazısı.