Geçtiğimiz günlerde obezlikle ilgili olarak Amerika’da yapılan bir araştırmada enteresan sonuçlara ulaşıldı. Araştırma sonucunda elde edilen bulgulara göre: “Obezliğin bulaşıcı olduğu” ortaya çıktı. Araştırmanın açığa çıkardığı bilgiler arasında asıl ilginç olansa; obezliğin bulaşıcı olması değil, umulmadık bir şekilde; buna neden olan etken olarak “arkadaşlığın” tespit edilmesiydi. 

Bana Arkadaşını Söyle Sana Kilonu Söyleyeyim 

Asıl konuya girmeden önce araştırmayla ilgili bilgileri paylaşmakta fayda var: “New England Journal of Medicine”de yayınlanan ve Milli Yaşlılık Enstitüsü tarafından desteklenen araştırma, 12 bin 67 kişi üzerinde yapıldı. Doğal kilo alma ve kilo almadaki diğer faktörlere bakılan araştırmada, bu konudaki en büyük etkinin aynı genleri paylaşmakta değil; arkadaşlık ilişkisinde olduğu belirtildi.

Araştırmayı kaleme alanlardan California Üniversitesi Öğretim Üyesi James Fowler, araştırmanın şaşırtıcı sonuçlarından birinin de yüzlerce kilometre uzakta olan arkadaşların bile bir kişinin kilo durumunu etkilemesi olduğunu söyledi. Araştırmaya göre, bir arkadaşı obez olanın aşırı şişman olma ihtimali yüzde 57, kardeşi obez olanın yüzde 40, eşi obez olanınsa yüzde 37 oranında artıyor. Çok yakın arkadaşlıklarda ise riskin üçe katlandığı belirlenmiş. Bu konuda cinsiyetin de önemli bir unsur olduğu tespit edilen araştırmada, aynı cinsiyetten arkadaşlıklarda bir kişinin obezlik riskinin, arkadaşlarından biri kilo alıyorsa yüzde 71 arttığı ortaya çıktı.

Erkek kardeşler arasında bu risk yüzde 44 olurken, kız kardeşler arasında yüzde 67’ye çıkıyor. Obezliğin neden bulaşıcı olduğu sorusuna cevap arayan bilim adamları, birlikte vakit geçiren insanların yeme ve spor yapma alışkanlıklarının birbirine benzemesinin tek başına açıklayıcı olmadığını düşünüyorlar…

Kişi Dostunun Dini Üzeredir

Her ne kadar; söz konusu araştırmanın esas amacı, “sosyal etkileşim”e dair bulgular elde etmek olmasa da; sonuçların, obeziteyi araştıran bilim adamlarını da şoke edecek şekilde vardığı nokta; tam da burası. Belki araştırmanın amaçları açısından beklenmedik bir sonuç. Fakat aynı zamanda; sosyal bilimcilerin, psikologların ve söz konusu durumun özneleri olarak; bizim gibi sıradan insanların; üzerinde ciddiyetle kafa yormalarını gerektiren, tahrik edici bir netice. Her şeyden önce; sosyal bir varlık olarak, insanın fıtratına dair önemli ipuçları veriyor. Ve sosyal ilişkilerin etki alanlarının; aslında sandığımızdan çok daha geniş olduğunu ortaya koyuyor. Daha da ilginci aynı sonuçlar “Kişi dostunun dini üzeredir” (Ebu Davut) hadisini somut bir şekilde doğruluyor!

Sosyal Etkileşim

Madem öyle; sosyal etkileşim konusunu daha detaylı şekilde tetebbu etmekte fayda var. (Tetebbu etmek: İrdelemek demek oluyor. Konu ciddi ya; ağır kelimeler kullanmakta fayda var.) Sosyal etkileşim: İki ya da daha fazla kişinin ilişkiye geçtiklerinde (fiziki olması şart değil) meydana gelen davranış değişikliği olarak tanımlanıyor. Biraz daha açacak olursak: İnsanların tek başlarına ve topluluk halindeki davranışları, karakterlerinden bağımsız olarak büyük farklılıklar gösterebiliyor. Bunun sebebi; sosyal etki denilen olgu. Topluluk içindeki bireylerin davranışları, duygusal ve “bilinçdışı” faktörler tarafından kontrol ediliyor (Le Bon) Sosyal Psikoloji’de komformite/uymacılık olarak da adlandırılan bu durum; bireyin kendi tutumunu, içinde bulunduğu grup doğrultusunda değiştirmesini ifade ediyor.

Festinger (1950) ve Schachter (1951) adlı bilim adamlarının bu konudaki çalışmalarına göre; grupta bireyleri aynı şekilde hissetmeye ve davranmaya zorlayan bir baskı mevcut. Bu baskının bir yönü, farklı oldukları diğer grup üyeleri tarafından  bireylerin reddedilme korkusu. Yani; kişi, çoğunluktan sapan bir görüş öne sürer veya gruba uymayan bir davranışta bulunursa; grup üyeleri tarafından reddedilme tehlikesi ile karşı karşıya kalır.

Gruptan dışlanma ihtimali, birçok kişinin, grubun  diğer üyeleri ile benzer şekilde davranmasına yol açar. Çünkü fikir uyuşmazlığı, istenmeyen ve gerilim üreten bir durumdur. (Bu görüş laboratuar deneyleri ile de kanıtlanmıştır. Yapılan deneylerde; görüşlerinin, diğer insanların görüşlerinden farklı  olduğu söylenen bireylerin derilerindeki sinirsel tepkilerde artma saptanmıştır.)

Topluluğa uyma davranışı bazı durumlarda ferdin, çoğunluğun beklentilerini karşılama isteğinden kaynaklanırken, bazı durumlardaysa; bireyin, çoğunluğun görüşlerini ve yargılarını objektif gerçeklik hakkında bilgi kaynağı olarak kabul etmesinden kaynaklanıyor. Yani fert, bilinçaltı düzeyde bile olsa”dört göz iki gözden daha fazla görür” mantığıyla hareket ediyor.

Arkadaş Etkisi

Fertler, fikir ayrılığından oluşan gerilimi; kendi fikirlerini değiştirmek yerine, zıt görüşün kaynağını küçümseyerek ya da zıt görüşün daha az mantıklı olduğunu öne sürerek de azaltabiliyorlar. Fakat bir arkadaşla ya da ünlü bir yazarla olan fikir ayrılığını azaltmanın oldukça zor olduğu ifade ediliyor. Zimbardo (1960), arkadaşların; kararları arasındaki görünen sınır arttıkça, görüşlerini arkadaşlarının görüşleri doğrultusunda değiştirdiklerini bulmuş mesela. (Benzer şekilde; güvenilir ve sevilen bir yazarın sahip olduğu görüş ile halkın yaygın görüşünün ayrılığı arttıkça, yazarın halk üzerindeki etkisinin de arttığı tespit edilmiş.

Bilemiyorum Genç Dergi yazarları bu bilgiyi nasıl değerlendirirler artık! :) Sonuç olarak: İster istemez bize yakın olan kişilerle olan fikir ayrılıklarımızdan daha fazla etkileniyor ve onlarla daha aktif olarak bir uzlaşıya varmak istiyoruz. Yapılan pek çok çalışma; sempati bağları, ortak geçmiş, grup kararlılığı… gibi bizi birbirimize bağlayan şeylerin karşılıklı  etkiyi artırdığını ortaya koyuyor. Montmollin’e (1977) göre arkadaşlık ve tepkilerin benzerliği arasındaki bağ, hoşlandıklarımızın bilgililiğini fazla görme ve hoşlanmadıklarımızınkini az görme eğilimimizi güçlendiriyor.

Adam Ahbabından Bellidir

Konuyla ilgili bilimsel araştırma sonuçları yukarıdaki gibi. Ancak bu verilerle ilgili olarak, altının çizilmesi gereken asıl nokta şu: Yukarıda sözü edilen karar ve tutum geliştirme süreçleri, çoğunlukla; kişilerin kendi kontrolünde olan, bilinçli süreçler değil. İnsanın yaratılışında olan, doğal eğilimler. Sosyalleşme içgüdülerimiz yani. Burada sözü edilen bilimsel araştırmalar, insanda zaten yaratıldığından beri var olan içgüdüsel davranış kalıplarını deşifre etmekten başka bir şey de yapıyor  değiller.

Konunun asıl önemi ise güncel değil günlük; yani her gün karşı karşıya kaldığımız bir mesele olmasından kaynaklanıyor. Her ne kadar “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” “Adam ahbabından bellidir” gibi atasözleri, “Kişi dostunun dini üzeredir” “Mü’min mü’minin aynasıdır” gibi hadisler, “Mü’minler, mü’minleri bırakıp inkârcıları dost edinmesin.” (Al-i İmran 28), “Şüphesiz biz şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.” (Araf 27), “Şeytanın hâkimiyeti, sadece  onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.” (Nahl 100) gibi ayetler Türk İslam kültürü içinde yetişen her ortalama her ferdin hafsalasında buluyor olsa da; sık tekrar edilmelerinden olsa gerek, üzerinde düşünülmeyip sadece  ezberden biliniyor olmalarından olsa gerek, hazır verilen bilginin kıymetsizliğinden olsa gerek; gündelik hayatta bir türlü uygulama alanı bulamıyorlar.

Oysa çoğunlukla farkında olmadan; her gün maruz kaldığımız etkilerin başında olan arkadaş ve toplum etkisi, zamanla tutumlarımızı olduğu gibi karakterlerimizi de şekillendiriyor. Zamanla bizi etkileyen sosyal grup veya arkadaşlarımız hangileriyse; o grubun dışında ya da o kişilerin uzağındayken dahi, orada sergilediğimiz davranış ve hâlleri  içselleştirerek, kendimize mâl ediyoruz. İçinde bulunduğumuz sosyal grupların ve arkadaşlarımızın etkisiyle bir kere şekillenen karakterlerimiz; doğal bir hâl olarak sadece davranışlarımızı değil, duygularımızı ve daha da önemlisi hakikate dair  algılarımızı da etkiliyor.

Baktığımız şey değil, baktığımız yer hakikatimiz oluyor. Bu sebeple olsa gerek Allah: “Salihlerle beraber olunuz” diyor. Çünkü kula; Allah tarafından gösterilen ilahi bir hedef olan “Salih insan” olmak; salihlerle sosyalleşip,  onlardan aldığımız sosyal etki sayesinde salihlik özelliklerini kendimize mâl etmemiz yoluyla gerçekleşebiliyor. Bu yüzden olsa gerek; tasavvufi eğitim sürecinde; sohbet meclisleri, hâl değişiminin sağlanması açısından yerine göre zikirden bile  daha önemli kabul ediliyor.

Hâl böyle iken; Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hadis-i şeriflerinde bize hazır bilgi olarak sunduğu bu gibi daha pek çok konu; bizim kadir bilmezliğimiz sebebiyle mezarlıklarda ölülerin üzerine okunmaktan başka bir işte kullanılmıyor. Ne zaman ki bir ayet; Kur’an-ı Kerim’deki hazır haliyle değil de Batı’da yapılan bilimsel araştırmaların sonuçları olarak önümüze geliyor; işte ancak o zaman bilginin kıymetini biraz olsun seziyoruz. Üstelik aslında onun Allah’ın ayetinin  açığa çıkmış hâli olduğunun farkına bile varmadan... Böyle olmasaydı; bu konuda şunca sayfa yazı yazmak yerine bir kere “Kişi dostunun dini üzeredir” dememiz kâfi olmaz mıydı?

Her şey bir yana: Bırakın tutumlarımızı, karakterimizi; kilomuzu bile belirlediği, artık pozitif bilimin verileriyle kesinleşen sosyal ilişkilerimizi (okul, arkadaş, komşu, dernek, klüb, cemaat…) sizce de daha dikkatli düşünmemiz gerekmiyor mu? Sonuçta artık bilimsel olarak da kanıtlandı: Kalp kalbe baka baka kararıyor...


Sinan Özgenç'ın Yazısı.