Bir Hatırat Nasıl Hazırlanır? - II
Taha Kılınç
(Geçen sayıdan devam: http://gencdergisi.com/2287-bir-hatirat-nasil-hazirlanir.html)
Hayatına 62 yıl geriden dâhil olduğum bir insanın yaşadıklarının tüm ayrıntılarına vâkıf olmam, elbette epey zaman aldı. Ancak, yaptığımız uzun boylu konuşmaları, müsait olduğum vakitlerde bizzat deşifre etmem nedeniyle, aynı hikâyeyi iki kez dinlemiş olmam, yaşananlara nüfuz etmemi kolaylaştırdı. Yine de, son tahlilde taşların yerine oturabilmesi için, Mehmet Bey’le, kayıtlara girmeyen uzun ilave konuşmalar yapmam gerekti.
Elimdeki 750 sayfalık metni değerlendirmeye başladığımda, özellikle hikâyenin geçtiği mekânları gözlerimle görmeden, birçok şeyi hakkıyla canlandıramayacağımı ve okuyucuya da aktaramayacağımı fark ettim. Mesela, Mehmet Bey’in hayatının önemli safhalarının geçtiği İzmir ve ilçeleri hakkındaki bilgilerim, görmeye değil, kulaktan dolma bilgilere ve okumalarıma bağlıydı. Oysa metindeki bazı ayrıntılara nüfuz edebilmem için, o ayrıntıların yaşandığı yerleri görmem, o mekânları yaşamam gerekiyordu.
Bu eksiği, kıymetli kardeşim Emre Memiş’in mihmandarlığında yaptığım harika bir İzmir gezisiyle tamamladım. Emre ile İzmir’de, Mehmet Bey’in okuduğu ilkokul, ortaokul ve liseyi ziyaret ettik. Yerlerini, çevresini, arkasını-önünü dikkatlice inceledik. Bolca resim çektik. Bazı şeyler değişmiş olsa da, bu epey işime yaradı. Sonra, okulların idarelerine başvurduk, eski resimleri elde etmek için çabalara giriştik. İzmir Atatürk Lisesi’nden, hatıratta zikri geçen bazı hocaların resimlerini elde ettik.
Sonra, Mehmet Bey’in çocukluğunun geçtiği mahalleleri, sokakları adımladık. Konak, Eşrefpaşa, Hatay Caddesi, Yağhaneler, İkiçeşmelik, Varyant, Tilkilik... Güzel bir sonbahar gününde bütün İzmir’i dolaştık. Bundan 50 yıl önce meydana gelen nice olayların mekânlarını bir bir tespit ettik. Ben önceden hazırladığım uzun listedeki maddelerin üstünü çizdikçe, Emre bir diğerine ulaştırdı beni.
Bu da yetmedi. İzmir’in ilçelerine geçtik daha sonra. ‘Teşehhüt miktarı’ Ödemiş’i selamladıktan sonra Bayındır’ı, Tire’yi, Birgi’yi gezdik. Hem gezdik, hem yöre insanıyla konuştuk. Bayındır’da Mehmet Bey’in dedesinin oturduğu evi, o tatlı çıkmaz sokağı, hikâyesini kitapta okuyacağınız Âlâ Çeşme’yi, Hacı Sinan Ağa Camii’ni, harabe halde olsa da tarihî Hükümet Konağı’nı, Sinan Ağa Hamamı’nı… Her şeyi yerinde inceledik. Bu şirin Ege kasabasını, üst tarafındaki tepelerde bulunan yıllanmış zeytin ağaçlarının gölgesinden izlemek, her zaman özleyeceğim bir istirahat oldu ruhum için.
İzmir seyahatinden döndükten sonra, kitabın birçok bölümü zihnimde daha iyi oturdu. Yine bu dönemde, Mehmet Bey’in doğduğu ve ömrünün ilk birkaç yılını geçirdiği Adana’yı ziyaret ettim. İstanbul’un, kitapta bahsedilen bölgelerini defalarca gezdim. Millet Kütüphanesi ve çevresi, adeta ikinci adresim oldu. Eserin ruhuna iyice aşina olabilmek için, bu anlamda ne gerekiyorsa yapmaya çalıştım.
Bunu, Mehmet Bey’in bahsettiği dönem, mekân ve insanlarla ilgili uzun okumalar takip etti. Tasavvuf, Osmanlı tarihi, yakın dönem Türkiye tarihi, Ege ve Akdeniz kültür yapısı-folkloru, edebiyat, Türkiye akademik tarihi vb. alanlarda, köklü diyebileceğim okumalar yaptım. Çünkü karşımda, ömrünün 30 yılından fazlasını kitaplar arasında geçirmiş, tarih bölümü mezunu bir kültür adamı vardı. Karşılıklı yaptığımız uzun konuşmalar sırasında teklememem için, benim de, en azından bahsedilen şeylerden haberdar olmam gerekiyordu.
Mehmet Bey’le konuşmalarımız devam ederken, Türkçe, İngilizce, Almanca ve Arapça olarak yayınlanan birçok hatırat kitabını da gözden geçirdim. Okuduğum Türkçe hatırat sayısını şimdi hatırlamıyorum bile. Bunların içinde “Nasıl yazmışlar bakalım?” gibi kuru bir merakla elime almışken, muhtevası sebebiyle başucu kitabım haline gelenler de oldu.
Onca gayret göstererek hazırladığımız eser, sunum bakımından da en güzel şekilde olmalıydı. Kul yapısı her eserde bulunması Allah’ın emri olan tabii kusurlar dışında, her şeyin mükemmele en yakın olmasını sağlamaya çalışmak lâzımdı. Bunun için, yayınlanan, özellikle de bir başkası tarafından yayına hazırlanan hatırat kitaplarını özenle inceledim. Hepsini, muhteva, sunuş biçimi, ana fikir, dil bakımlarından tetkik ettim. Yayınlanan hatıratlarla Mehmet Bey’inkiler arasında ortak şeyler varsa, onları birbiriyle üst üste koydum. Taşan kısımları kırptım.
Bir hatıratın hazırlanarak ortaya çıkarılması için, beş sene uzun sayılabilir belki. Hatta ilk başladığımızda önüme koyduğum bir yıllık süre uzayıp da dörde-beşe katlanınca, ben de sorgulamadım değil bunu.
Ancak bu, biraz da işin tabiatında var sanıyorum. Yazı işleri böyle biraz. Ortaya gerçekten güzel bir eserin çıkabilmesi için, uzun senelerin geçmesi gerekiyor çoğu zaman. Ama daha uzun zaman alan çalışmaları düşündükçe (mesela, bu kitapla aynı yöntemle kaleme alınan ve 14 yıl süren Ali Ulvi Kurucu’nun hatıraları gibi. Yayına hazırlayan: Ertuğrul Düzdağ.) “Ali Emîrî’nin İzinde” makul bir sürede hazırlandı diyebilirim. Bittikten sonra biraz demledik, sonra da zaman geçirmeden okuyucuya sunduk.
GENÇ'ın Yazısı.