Nişantaşı Allah`ın Vaadi Mutlaktır
İnsan, hem zengin, hem şükürsüz olursa, vay onun haline demekten başka bir şey kalmıyor. Çok zor.
Nişantaşı sokaklarında dolaşıyoruz. Vali Konağı, Rumeli Caddesi. Bir AVM. Nişantaşı AVM’si. Kapıda iki kontrol noktası birden var. İlerliyoruz.
Kendimizi NASA’nın merkezinde hissetmememize imkan yok. Yani bakıyorsun etrafa, gözün doyuyor. Yetiyor. Buradan bir şey alamayacağımıza göre tuvaletini kullanalım hiç olmazsa diyoruz. Tuvaleti bulmak on beş dakikamızı alıyor. İçerisi protokol salonu gibi. Pisuvarların üstünde dokunmatik monitörler, kapı arkalarında tuvalet yazıları, çakmak yanıkları, ağzı açılmamış küfürler yerine “tuvalet resim sergisi”.
AVM’de, bilindik mağaza olarak görebildiğimiz sadece Kemal Tanca oldu. Kendimize en yakın hissettiğimiz insanlar da, temizlik görevlisi kardeşlerimiz. Yanımda, düzenli olarak haftalık AVM’lere gidip alışveriş çılgınlığına, - farklı bir nedeni olsa da (depresyon) katılan dostum bile bu markaların hiçbirini tanımadığını söyledi.
Güzel bir deneyim oldu doğrusu. Yürüyen merdivenlerden inerken, avangard mobilyalar satan bir mağaza dikkatimi çekti. Kendi tasarladığım bir çalışma odasına sahip olmak istiyorum ileride. İnşallah. Şimdilik gariban takılıyoruz, IKEA ile idare ediyoruz. Montaj parası gitmesin diye bir kitaplığı gece gündüz çalışarak üç günde kurdum, neyse ki sonuç fena olmadı.
Bir çalışma masası soruyoruz; Hindistan’dan gelmiş, ağaç gövdesinden. 6099 TL. Öyle kocaman da değil. Bir bardak takımı var, yanlışlıkla çocuk birini kırsa, tanesi 400 TL’ye geliyor. Niçin? Şu artık ayağa düşen savarovski taşlardan üstüne konmuş diye. Pazarlık yapıyorum mağaza görevlisiyle. Bakın zaten yüzde yirmi indirimimiz var beyefendi diyor. “Tamam, Tamam! Aa! Bari şu 99’u alın oradan kardeşim!” diyorum. “Olamaz beyefendi, fiyatlarımız sabit, pazarlık yapmıyoruz.” “Peki, almıyoruz!” deyip çıkıyoruz. Zaten marketlerde de böyle yapıyorum. BİM’de falan. 9.99 TL vs. Hep kasiyere giydiriyorum: “Valla 10 TL olsaydı alamazdık, ne iyi etmişsiniz.” Özdemir Asaf’ın bir şiiri var: “Ben birini sevmiyordum. O da beni sevmiyordu. Bir gün bir yerde randevulaştık. Ben gitmedim. O da gelmedi.” Parayla aramızdaki ilişki bu şiirdeki gibi olduğu için, pek sıkıntı yok.
Nişantaşı. Bir örnek… İnsan, hem zengin, hem şükürsüz olursa, vay onun haline demekten başka bir şey kalmıyor. Çok zor. Ölü beyazı suratlarıyla, kırışıklarıyla, renkli kıyafetleriyle, köpekleri ve tasmalarıyla, boş, bomboş gözleri, surat ifadeleriyle, yavaş adımlarıyla, bir palyaço dudağını andıran rujlu dudaklarıyla, sahte zarafetleriyle, hep içlerinde sakladıkları ve amaçsızlıklarından kaynaklanan amaçsız hüzünleriyle bu şükürsüz zenginlere, merhamet ve dua etmek gerekiyor.
Tespit yapmak, gözlem yapmak çok önemli. Herkesin sınavı başka oluyor. Her statüdeki insanın sınavı farklı. Durum tespiti, değerlendirme yapmak onurumuzu artırır. Hayırlı yük, heybet verir insana. Genç Dergi jargonuyla, dert edinmek gerekiyor. Bu betondan, teknolojiden ve elektronikten oluşan hayat tarzı, bize kendimizden başkasını düşünmememiz gerektiğini dili varmış gibi haykırıyor adeta. Oysa, mutlaka fark etmişsinizdir; Mümince bir mücadelenin içine girmeye yeltendiğinizde, girdiğinizde, bir Müslümanın derdini çözdüğünüzde, “Allah için” dediğinizde, ve dahası “iyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir” dediğinizde, maddi manevi işlerinizde, kalbinizde bir ferahlık, kolaylık oluşuveriyor. “Kervan yolda düzülür” misali, “yolda olmak” zor olanı, çözümsüz olanı, Allah’ın rahmeti ve bereketiyle çözüyor.
Taha Süren'ın Yazısı.