Bana İsmini Söyle...
Anlaşılan yaklaşık kırk-elli yıl sonra çok sayıda Rüzgâr Dede, Tuanna Nine, Fulin Teyze, Bestesu Hala, Toprak Amca ve on yüz milyon tane Ecrin Ablamız olacak!
Bilenler bilir… Çanakkale Savaşı’nın yaşandığı dönemde bir Fransız aydını, Osmanlı topraklarında insanların cephe gerisinde nasıl bir hayat sürdürdüğünü merak edip Trakya’yı dolaşmaya çıkmış. Bir kenar mahallede üstü başı perişan üç kardeşe rastlamış. Oyunlarını bölüp biraz sohbet edince neşe içerisinde eğlenen bu çocukların babalarının cephede şehit düştüğünü öğrenmiş. Çocuklarla konuştuğu sırada ileride harabe gibi duran kulübeden yaşlı bir kadın çıkmış ve çocuklara doğru seslenmiş: “Cihangiir, Gazanfeer, Muzaffeer! Çorba yaptım yavrularım, haydi gelin için.” Fransız aydını, bu yaşlı Osmanlı kadınının ağzından dökülen isimleri duyunca hayretler içinde kalmış ve “En zor zamanlarında bile çocuklarına böyle isimler veren bir millet asla mağlup olmaz” diyerek ayrılmış oradan.
İsimlerimizin ruhsal dünyamıza ve toplumsal hayatımıza pek çok yönden tesir ettiği bir gerçek. Tercih edilen ismin hem manası hem de özdeşleştiği insanın şahsiyeti, zamanla bireyin kendi kişiliğiyle bütünleşiyor. Zira kişi, adını taşıdığı insanla kendi arasında hissettiği yakınlıktan ötürü, isim sahibinin yolundan gitme eğiliminde oluyor.
Peygamber Efendimizin “Siz kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyle ise çocuklarınıza güzel isimler koyunuz.” hadisiyle isimlerin bir de uhrevi boyutunun olduğunu belirtmesine rağmen gariptir, bugünlerde kulağa hoş gelen, kültürümüzde hiç rastlamadığımız ve hiçbir sembolik değeri olmayan “değişik” kelimeler -isim değil!- tercih ediliyor. Demem o ki çocukların anne-babaları üzerindeki haklarından biri olan bu mühim mevzu, artık iyiden iyiye laçkalaştı.
Anlaşılan yaklaşık kırk-elli yıl sonra çok sayıda Rüzgâr Dede, Tuanna Nine, Fulin Teyze, Bestesu Hala, Toprak Amca ve on yüz milyon tane Ecrin Ablamız olacak! Biz o günleri görür müyüz, görmez miyiz Allah bilir ancak bendeniz onlar için o kadar endişeleniyorum ki… “Sana n’oluyor” demeyin. Bir tarafta ahir zaman peygamberini evinde misafir etmiş, doksan küsur yaşına rağmen fetih derdiyle İstanbul önlerine gelecek kadar mücahit bir sahabenin adını taşıma şansı varken mesela, karşımdaki “İşte bu da bizim yeni torun, Ada!” deyince öylece kalıveriyorum.
Paygamberimiz Hazn adlı bir şahsın adını “Senin adın Sehl olsun” diye değiştirmek isteyince Hazn bunu kabul etmemiş. Peygamberimiz, teklifinin kabul edilmemesine ses çıkarmasa da Hazn’ın ailesinde huzursuzluğun ve sertliğin ölünceye kadar devam ettiği rivayet edilir. Buradan Hazn kelimesinin sertlik ifade ettiğini çıkarmak güç değil. İşte bu hadise, insanın taşıdığı ismin anlamının, tabiatına ve diğer insanlarla ilişkisine olan etkisini anlamak açısından oldukça önemli.
“Kur’ân’da geçiyor” gibi temiz bir niyetle manalarına dikkat edilmeksizin isim konulduğuna da şahit oluyoruz bazen. Hâlbuki bir ismin güzelliği Kur’an’da geçiyor olmasıyla ölçülemez. Nitekim cennetle müjdelenmiş pek çok sahabenin adı Kura’n’da zikredilmezken, şeytanın, firavunun ve Karun’un adının çok defa geçtiğini görürüz.
Elbette hem tercih hem de yetki anne- babaya aittir ancak dünyada güzel isimlerin telkin gücünden mahrum, ahirette de adından dolayı ebeveyninden şikâyetçi evlatların başta anne-baba olmak üzere hepimiz için üzüntü sebebi olacağını da hatırda tutmak gerekir.
Not: Bu yazıyı hazırlamadan önce yazıp yazmama noktasında çok tereddüt ettim, itiraf edeyim. “Zeynep” dedim kendi kendime, “Bu konuyu bir gençlik dergisi için hazırladığından emin misin? Kadın ve aile dergisi değil, unutma”. Defalarca yaptığım bu hatırlatmadan sonra düşündüm ki bu dergiyi okuyan –içlerinde ebeveynler de olmak üzere- pek çok GENÇ, Allah’ın tayin ettiği bir vakitte “Acaba bebeğimizin adı ne olsa” diyerek derin araştırmalara daldıklarında belki de bu satırları hatırlayıp “Hah” diyecekler, “bebeğimizin adını Zeynep koyalım!” :)
Zeynep Şahin'ın Yazısı.