Yüzlerine baktığınızda size gülümseyen her çocuktan, sanki on tane nilüfer çiçeği koklamışçasına ferahlık alıyorsunuz gönüllerinize…

Nefesinizi tutup açtığınız Kitap’ta karşınıza çıkan; Al-i İmran Suresi, ayet 92... Hazırsanız söylüyorum:

“Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe, infak etmedikçe, asla birr’e ulaşamazsınız.” Sevdiğimiz şeylerden vermek... Ve birr’e, gerçek iyiliğe ulaşmak...

Her birini tek tek tasavvur etmek gerekiyor, ama nefis bir yandan da “bu terazi bu kadar sıkleti çekmez” azizim diye söyleniyor. Sağdan yaklaşanın sesi daha samimi geliyor ve dalıyoruz tahayyüle, ahir zamanda genç olmanın elde kor ateş tutmak kadar zor olduğu bu devirde...

Uzaklardan bir sesin “6.5 milyar insan içinde +1 olarak yaratıldığına göre vardır senin de bir gayen” hitabını işittiğim bu vakitle telefonun çalması bir oluyor. “Haydi kalk, yetim çocuklara abla lazımmış, sen de katıl bize!” Okuldan gelmişim, yorgunluk had safhada... Ertesi günkü sınavıma çalışmayı bırakın, yanından bile geçmemişim... “Sorumluluklarım” var benim...

Ama okuduğum o ayet, kucağıma doldurduğu onlarca sevgi mühimmatıyla birlikte fişek gibi yerimden kalkmama vesile oluyor. Aslında düşününce her şeyi nasıl da “Ala hubbihi” yani “O’nun sevgisi üzerine” yapma isteği doğuyor içimize değil mi? Kalktım, gittim, yüzleştim her bir çocukla...

Bana babamı sordular. Evimizin kira mı yoksa kendimize mi ait olduğunu, oraya giderken otobüse mi yoksa taksiye mi bindiğimi, çocukları sevip sevmediğimi sordular, çakmak çakmak gözleriyle... Çocuk işte, soruları da enteresan, dünyaları da...

Her birimiz oraya, yetim çocuklara, sokak çocuklarına, cezaevine, hatta şimdilerde roman çocuklarına ders vermeye gidiyoruz icabında değil mi?... Değil işte!.. Kimin ders verip, kimin aldığı öyle muallakta ki...

Biz heybemizin içine “ben bir sosyal sorumluluk projesinde gönüllü olarak çalışıyorum” cümlesinin yükünü koyuyoruz ama, sosyal sorumluluğun, gönüllü olmanın ne demek olduğunu idrak edemiyoruz çoğu zaman... Oradaki sokak çocuklarının bize ihtiyacı var sanıyoruz. Biz gidip onlara Türkçe, matematik gibi dersler vermezsek o çocuklar sistemin içinde heba olup gidecek zannediyoruz.

Biz bu çocuğu daha önce gitmediği yerlerde gezdirdiğimizde bütün sosyal sorumluluğumuzu yerine getirdiğimizi düşünüyoruz. Ama o kadar yanılıyoruz ki... Yüzlerine baktığınızda size gülümseyen her çocuktan, sanki on tane nilüfer çiçeği koklamışçasına ferahlık alıyorsunuz gönüllerinize…

Şunun idraki ile açmalıyız her çocuğun gönül kapısını; Ben sevdiğim bir şeyi infak ediyorum, vaktimi, gücümü, çabamı, O’nun rızası için bu çocuğa veriyorum. Ve şimdi birr’e ulaşma zamanı...

Yorgunluktan bitap düşmüş halde, çok sevdiğiniz uykuyla aranızda bir pamuk ipliği varken, sevdiğiniz arkadaşlarınızla sohbete doyamamışken, huzur evi ziyaretiyle izlemek istediğiniz filmin seansının saati aynı ana denk gelmişken, sadece O’nun rızası için, sadece Allah (c.c.) adına, sadece İslami bir ihtiyaç uğruna feragat edebiliyorsak eğer tüm bunlardan, işte o zaman sosyal sorumluluğumuzu yerine getirebilmiş oluyoruz.

O çocuklarla uzun süre hemhal olduktan sonra günün birinde ellerinde çiçeklerle sizin yanınıza koşarak geldiğini gördüğünüzde, bir kandil günü herkesten önce sizi ilk arayan o olduğunda, bayramlarda ziyarete gittiğiniz darülacezenin kapısında elleri titreyerek “nerede kaldın evladım” cümlesiyle sizi karşılayanları gördüğünüz zaman içinizde bulunan huzuru, ancak biri sizi uzaya fırlattığında elde edebilirsiniz kanımca…

İşte o esnada, siz sosyal sorumluluk projesinde gönüllü olarak çalışan bir genç değilsiniz aslında, Yaradan’ın size okutmak istediği hayat kitabından alıntı yapılıp çekilmiş birkaç fragman seyrediyorsunuz sadece… Ve başrolde siz varsınız… Evet siz…

Hani şu her yaptığını O’nun rızası için yapmaya gayret eden, kendisini “İster isen var bin hacca, hepsinden iyisi bir gönüle girmektir.” düsturunun muhatabı kabul eden bir başrol oyuncususunuz…

İşte bu yüzden, eğitmek için çaldığımız kapılardan eğitilerek çıktığımız için, hepimiz sosyal sorumluyuz… Ala hubbihi adına… Aksi halde kainatta sadece yüksek navigasyon teknikleriyle yerimizi yalnızca NASA çalışanlarının yahut Mossad’ın bulduğu bir insan haline dönüşürüz.

Böyle olmamak için; hepimiz sosyal sorumluyuz, nefes alıp verdiğimiz müddetçe…


Hatice Sarı Tan'ın Yazısı.