Gerçek Afrika’yla tanışmak için safariye çıkmak, çadırda birkaç gece geçirip, köylülerle sohbet etmek gerekir.

Vahşi topraklara tren yolu işçileri ulaştığında 327. mil adını verdiler. Çekiç sesleri eşliğinde çadırlarını kurdular. Daha ilk geceden aslanlara kurban verdiler. Maasailerin* soğuk suyun yeri dediği bu bölgede çok değil yüzyıl sonra gökdelenler yükseldi.

Zıtlıklar şehrin kişiliğini oluşturmaktaydı. Büyük avlulu Afrika’yı anlatan İngiliz filmlerinden çıkma otellerde beyaz keten peçetelerle çayınızı yudumlarken geniş terastan Afrika kırlarına değil de işlek bir caddeye bakar, akasya ağaçlarının gölgesinde piknik yapacağınıza üst katı sizin için özel yapılmış dönen lokantada Avrupa yemekleri tadarsınız. Çok da eski olmayan size özel taşıtınızla tura çıktığınızda, şehrin renkliliği ve fakirliği dikkatinizi çekse de Nairobi sıradan görünümüyle sizi kandırır. Yerel kolyeler, maskeler satan pazarlarından her şeyi bulabileceğiniz alışveriş merkezlerine kadar imkânlarıyla, gökdelenler arasından gidip ziyaret ettiğiniz minik yavru fil barınağıyla zıtlıklarını sergiler. Barınaktaki yüzlerce kiloluk minik yavrular sütlerini damacana büyüklüğünde biberonlarından emerken hortumlarını kafalarının üstüne atarlar. Yeterince büyüdüklerinde ise çok değil hemen şehrin dışındaki vahşi topraklarda hayatlarına devam ederler. Aslanlar ve çitaların dolaştığı, zürafaların şaşkın bakışlarıyla sizi izlediği, babunların kavga ettiği ve çizgili pijamalarıyla uyumaya her zaman hazır zebraların otladığı bu topraklar sadece yirmi dakika uzağınızdadır. Gerçek Afrika’yla tanışmak için safariye çıkmak, çadırda birkaç gece geçirip, köylülerle sohbet etmek gerekir.

Sabahın erken saatlerinde yola çıkarken dört günümüzü bu eski hurda ama sağlam jiplerin içinde geçireceğimizden haberimiz yoktu. Kıtayı güneyinden kuzeyine taşıyan otoban sadece gidiş ve dönüş olmak üzere iki şeritten oluşmaktaydı. Bataklığı kurutmak için ekilmiş okaliptüs ağaçlarının gölgesinde yol alırken mükemmel İngilizcesi olan şoförümüzle sohbete başladık. Ortak yerel dil olan “suahiri” Arapça kelimelerle doluydu ve Aslan kralı seyreden herkes gibi ben de birkaç kelime suahiri bildiğimin farkına vardım. Bozuk yollarda aracın camı patladığında, lastik değiştirmek zorunda kaldığımızda veya tuvalet bulmamız bir saat geciktiğinde bile “Hakuna matata” diyerek gülümsedik.

Naivasha gölüne doğru yol alırken, palmiyeyi andıran akasyalar, ağaçlaşmış kocaman kaktüsler ve Afrika’yla bağdaşmayacak kadar yeşil çimenliklerin büyülü manzaralarına şahit olduk.” Mısır olmadan hayat olmaz.” diyen şoförümüz dağların eteklerine kadar uzanan mısır tarlalarını gösterirken kırmızı şala sarınmış abanoz tenli çoban sıska hayvanlarını otlatıyordu. Otobanın kenarında otlayan zebralar, çiçek toplayan babunlar ve ürkek bakışlı antiloplarla karşılaştık. Göl kenarında safariye çıktığımızda jiplerin tavanı yükseltilerek dışarıyı ayakta seyretmemiz sağlandı. Sayılamayacak kadar çok flamingo gölün kenarında avlanıyordu. Uzun bacaklı balıkçıl, sığ suda koşmaya başladı. Bir anda ayaklarını kanatlarının arasına sıkıştırarak kocaman vücudunu havalandırdı. Kendinden beklenmeyen bir yumuşaklıkla gökyüzünde süzülmeye başladı.

Otele doğru yola çıktığımızda hepimiz engebeli yollarda saatlerdir zıplamaktan yorgun düşmüş, gördüğümüz hayvanın büyüsüyle gözlerimizi kapamıştık. Aracımız durduğunda on beş milyon yıl önce oluşan Great reef valley’de gözlerimi açtım. Bu derin yarığın aydan çıplak gözle görülebildiğini öğrendim. Ben görmedim sadece astronotların yalancısıyım. Aya çıkmak niyetinde de değilim. Sadece bütün dünyayı gezmek istiyorum…

*Kenya’nın yerli kabilelerinden biri


Hande Berra'ın Yazısı.