Zihniyet Sapmasına Duyguların Taşmasına Karşı -KUTSAL ZIRH- ŞİFRESİ
Âyet-i kerimedeki “kesin delil” anlamına gelen “burhân” kelimesi hakkında tefsirlerde farklı açıklamalar yapılmış ise de sonuç itibariyle Yûsuf’u günahtan koruyan ilâhî bir zırh olduğu açıktır. İşte bu Rabbânî korumanın şifreleri, gönülden kopup gelen İstiâze (Allah’a sığınma) cümleleridir.
Kur’ân-ı Kerim, kıssaların en güzeli diye takdim ettiği Yusuf Sûresi’nde sayısız hikmetler, öğütler ve inceliklere yer verir. İç ve dış şeytânî telkinlerin karşısında irâdeyi pekiştiren, koruyan ve güçlü kılan ilâhî bir sırra bu sûrede şöyle yer verilir:
Mısır Azizi’nin hanımı olan Züleyhâ, köle olarak yanında bulundurduğu Yûsuf –aleyhisselâm-’a gönlünü kaptırır. Onunla beraber olmak ister. İç içe kapıların bulunduğu özel bir odaya davet eder. Bütün kapıları kilitler. Oda hazırlanmış, gizlilik sağlanmış, bir genci kışkırtacak bütün cilveler bir bir devreye konulmuş ve beklenen davet yapılmıştır:
“- Haydi gelsene bana! İşte bütün güzelliğimle kendimi sana teslim ediyorum!”
Yûsuf –aleyhisselâm- işte o an, bütün çağlara ve günahın câzibesi karşısında kendini korumak isteyen tüm insan nesline, “kutsal bir zırh” diye ifâde edebileceğimiz yüreğinden kopup gelen sihirli bir sözcüğü ifşâ eder:
“-Meâzallâh!” der. Yani “Allah’a sığınırım!” diyerek duygu, düşünce ve meyillerini, her şeyin sahibinin korumasına havale eder. İşte bu teslimiyet ve sığınma, ilâhî imdât ziline basmak demektir ki, Rabbin yardım ve korumasını ânında harekete geçirir ve sahibini sâhil-i selâmete çıkarır. Kur’an bu hâdiseyi anlattıktan sonra bu koruyucu sırrın nasıl bir tesir icrâ ettiğini de şöyle beyan eder:
“Hakikaten kadın (Züleyha) ona niyeti (bozmuş, kavuşma planını) kurmuştu. Eğer, Rabbinin burhânını görmeseydi, o (anda Yûsuf) da onu arzu etmiş gitmişti…” (Yûsuf Sûresi, 24)
Âyet-i kerimedeki “kesin delil” anlamına gelen “burhân” kelimesi hakkında tefsirlerde farklı açıklamalar yapılmış ise de sonuç itibariyle Yûsuf’u günahtan koruyan ilâhî bir zırh olduğu açıktır. İşte bu Rabbânî korumanın şifreleri, gönülden kopup gelen İstiâze (Allah’a sığınma) cümleleridir.
Bir cümlenin böyle bir tesir icrâ edeceği, ilk bakışta anlaşılamayabilir. Ancak bugün teknolojinin ortaya koyduğu şifreleme sistemlerinde gelinen noktalar bu hususu daha kolay anlamamıza yardımcı olabilir. Gönlün eşlik ettiği Rabbe sığınma cümlelerinin, zihin ve duygu dünyamızda ne gibi kapılar açtığını ve yine hangi zehirli duygulara karşı kilit vazifesi gördüğünü bugün için keşfedemesek de, ilâhî kelâmın bu işâretinden bu hakikatin büyük bir koruyucu zırh olduğu sonucuna varabiliriz.
İstiâze, duygularına yenik düşme ihtimâli her zaman mümkün olan insanın, her şeye kâdir olan Yüce Allah’ın yardımını ve korumasını talep etmektir. Yarattığı tüm varlık üzerinde yegâne hükümrân olan Allah Teâlâ’ya sığınan kimse, elbette en güçlü sığınak ve barınağa girmiş demektir.
Zihin ve gönül dünyamızı karıştıran, saptıran ve nice aşağılık duygulara yönlendiren nefsânî ve şeytânî vesveseler vardır ki, bunlardan korunabilmenin yolunu Kur’an bize istiâze olarak gösterir:
“De ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden (telkinlerinden) sana sığınırım. Ey Rabbim! Onların yanımda bulunmalarından sana sığınırım”. (el-Mü’minûn, 97-98)
“Şeytandan bir vesvese seni dürterse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, (her şeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.” (el-A’râf, 200)
Duygu ve düşünce dünyamızı günaha doğru yönlendiren vesveseciler, insan ve cin şeytanlarından olabilir. Her ikisinden de gelecek tehlikeli ve zehirli sinyalleri koruyucu ve defedici bir zırh olarak yine istiâze tavsiye edilmiştir:
“(Resûlüm!) De ki: İnsanların gönüllerine vesvese veren (günaha teşvik eden) o sinsi vesvese verici insan ve cin (şeytanlar)ın şerrinden Rabbine, insanları melikine (hükümdarına ve sahibine), insanların ilâhına sığınırım!” (en-Nâs, 1-6)
İdrâk tutulması, yanılması ya da nefsin hesaplarının ön plana çıkması veya şeytânî anlayışlara kapı aralama ihtimali her zaman söz konusu olabileceğinden Kur’an okumaya başlamadan önce de Allah’a sığınılması (istiâze) emredilmiştir ki gerçekten dikkat çekici bir uyarıdır:
“Kur’ân’ı okumak istediğin zaman, o lânetlenmiş şeytandan Allah’a sığın (“Eûzü billâhi mine’şşeytâni’rracîm” de).
İstiâze sadece Kur’an âyetlerini doğru anlamak için mi gereklidir? İrfân kokusu taşıyan şu ifâdeleri okuyalım:
“Şeytanın vesvesesini, nefsin fisk u fücûra davetini ilhâmât-ı Rabbânî zanneden birçok kimse öyle bir düşmüşlerdir ki, seyr u sülûktan önceki hallerini bile mumla arar vaziyettedirler. Allah Teâlâ Furkân-ı Mübîn’inde “Kur’an okumak istediğinizde şeytandan Allah’a sığın!” buyurmuştur. Şimdi anlaşılmıştır ki, hem âyât-ı ilmiye olan Kur’ân-ı Kerim’i okurken, hem de âyât-ı kevniyye olan âlemleri ve bu âyetlerin en büyüğü olan insanı okurken, şeytandan Allah’a sığınmak îcab eder.”
İstiâze hem insanın kendini tanımasının hem de Allah’ı tanımasının tabii bir sonucudur. Yani istiâze, bir irfân/marifet meselesidir. İstiâzenin zeminini derin bir idrâk, şuur ve uyanıklık oluşturur. İstiâze, sadece bir sözden ibâret değildir. Zihin ve gönül dünyasının derinliklerinden kopup gelen ulvî bir yakarışın ve sığınmanın, söz kalıplarına dökülmüş hâlidir. İstiâze, ilâhî yakınlığı hissetmenin açık bir nişânıdır.
İşte bu sebepledir ki, ilâhî mesajları en güzel şekilde anlayan Allah Resûlü –sallallahu aleyhi ve selem- hemen her fırsatta Allah’a sığınmayı kendine dâimî bir vird edinmiştir. Şu sığınma ifâdeleri, Fahr-i kâinât –sallallahu aleyhi ve selem-’in istiâze çerçevesinin genişliğine işâret eder:
“Allahım, tenbellikten, bunaklık vâki’ olacak derecede ihtiyarlıktan, ihtiyarlık çöküntüsünden, ma’sıyet mahallerinde bulunmakdan, borçluluktan, kabir fitnesinden, kabir azâbından, ateş fitnesinden, ateş azâbından ve zenginlik fitnesinden sana sığınırım. Fakirliğin fitnesinden de sana sığınırım. El-Mesîhu’d-Deccâl’in fitnesinden de Sana sığınırım.” (Buhârî, Deavât, 39.)
İstiâze cümleleri olarak en çok bilinenlerden bazıları şunlardır
-“Eûzü billâh”: Allah’a sığınırım, O’nun beni korumasını niyaz ederim.
-“Meâzellâh”: Allâh’a sığınırım.
-“Eûzü billâhimine’şşeytânirracîm”: Kovulmuş, lânetlenmiş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.
İdrâki ötelere açılmış her mü’min bilir ki, son nefese kadar sürekli Allah’a sığınma duygusu içinde bulunmaktan başka, güvenilebilecek bir başka sığınak ve barınak yoktur. Öyleyse her masiyet, felâket ve musibet karşısında henüz başa gelmeden “Eûzü billâh” zırhını kuşanmak, hem Kur’ânî bir emir, hem de nebevî bir sünnettir.
Adem Ergül 'ın Yazısı.