ÖMER ÖZTÜRK YAZDI...
Doğdum doğalı, gelip geçiyorum bu hayalhaneden. Kimi gün ağlayıp, kimi gün gülüp, gelgelelim kimim-neyim anlayamamaksızın, yaşıyorum ama niye yaşıyorum bilemeden. Ben hayalhanenin hayalcisi. Anlat dediniz anlatıyorum, eteğimdeki taşları döküyorum:
İletişim Çağında İletişimsizlik: Ben çocukken, mektup diye bir şey vardı. İnsanlar birbirlerine sürekli mektup yazarlardı. Kâğıt kokan, kalem yoran o mektuplarda gönül telimizi titreten, hissî mi hissî, evet hissî bir insan sıcaklığı mevcuttu. Gün geldi, an oldu, bilgisayarlar, internetler v.s. kapladı dört bir tarafı. Bugün artık facebooklar, twitterlar, ve daha neler de neler var.
Elbette bunlar mektuptan çok daha gelişmiş iletişim vasıtaları, mektupla mukayese bile edilemez. Amenna. Öyle amma bu ileri teknoloji ürünü iletişim mucizelerinde mektuplardaki insan hararetinin zerresi dahi yok. İnsan insandan âdeta koptu, yok yok koparıldı. Böyle mi olacaktı? İletişim çağında iletişememenin ıstırabı mı dağlayacaktı yüreklerimizi? Herkes kendi hayatına şöyle bir dönüp baksa. Sizi, bizi, bizleri en son kim aradı? Yıllar geçmiş, bir de bakmışız ki, birbirimizi hep bir çıkar uğruna aramışız da farkında değil miymişiz meğer.
Yetmişli, seksenli senelerde ev ziyaretleri, konu- komşu ilişkileri öylesine yoğundu ki. Öyle bir toplumda psikologlara, psikiyatrlara ne gerek vardı ki. Artık ıssızlaştık. Ipıssız. Kendi başımıza hareket eder olduk.
Artık herşeyi biliyoruz. Ne var ki, herşeyi bilen bizler, kendimizi bilemiyoruz.
Madem mektup dedik, sizlerle hususî arşivimdeki mektup temalı bir vesikayı paylaşmak isterim. Seksenlerde, merhum reisicumhurumuz Turgut Özal’ın öncülüğünde “iki bin yılına mektup” diye bir proje başlatılmıştı. Amaç cemiyeti mektup yazmaya teşvik etmekti. O zamanlar ikibin yılına harıl harıl mektup döşenen bizler, şimdi bakıyorum da, seksenlere mektup yazıp durur olmuşuz.
Selamsız Geçilmez: Adını kim koymuş, neden koymuş, ayrıntılı bilemiyorum ama Üsküdar’ın Selamsız semtinin yolunu iyi biliyorum. Düne kadar, nereden, nasıl gidilir, bunlar benim için hep birer muammaydı. Asıl adıyla Selami Ali Üsküdar’ın en tarihî bölgesidir. Burası âdeta dört başı mamur bir tiyatro sahnesidir ki, tarihî ve türbeleriyle müzeyyen (süslü) dekorunun seyrine doyum olmaz. Buranın ahalisi okumayı, öğrenmeyi pek sever. Camilerinde öğle namazı sonrası Kur’anî ve ilmî faaliyetler yürütülür. Bu semtin kitapçısı da vardır; dükkânın camına Osmanlıca çeviri yapılır diye yazan esnafı da.
Eski İstanbul’un kimî orijinal hususiyetlerinin halen itinayla yaşatıldığı, İstanbul halkbiliminde mühimce bir yeri işgâl edem kabadayı kültürünün başlıca temsilcilerinden Ustura Kemal’in mazarının da bulunduğu Selamsız, vakıa (gerçi) kıptîleriyle meşhur kapalı bir getto yani kenar mahalle olsa da, bir turistin bile üzerinde gönül rahatlığıyla, kafası-gözü yarılmadan, seyredeceği bir deryadır. Her nedense, o mahiler (balıklar) ki, derya içredirler, deryayı bilmezler, vecizesini iki kere iki dört kesinliğince doğrularcasına bu ve benzeri güzellikleri görmeden gelip geçeriz bu hayalhaneden. Burası hayalhane. Bu hanede gerçekler barınamaz. Nasıl ki, sudan hane çatılamaz; hayalden hiç çatılamaz. Denemesi bedava.
Keşke: Keşke baktığımız, dokunduğumuz her varlığın bir gün er geç göçeceğini, başlayan günün ölüm günümüz olabileceğini ve bunun gibi müteaddid (sayısız) hikmeti tam manasıyla müdrik bir surette yaşamaya muvaffak olabilsek. Keşke, ah keşke, hayatın tuzlu bir su olduğunu ve içtikçe susatacağını asla unutmasak. Keşke Mevlana’nın Mesnevi membalı felsefesinden feyz alabilsek; bize sen arslansın dediklerinde sevindiğimiz gibi, hayvan denince kızmasak. Arslanın da bir hayvan olduğunu unutmasak yani. Ve sonracığıma; insan hafızası unutma hastalığından mustariptir sözünü de bir güzel tarihe gömsek. Ve keşke –ama öyle böyle değil- bir daha hiç keşke demesek ve keşke kelimesi sözlüklerden ebediyyen silinse. Keşkesiz bir dünya ne güzel olurdu. Olmaz mıydı? Olurdu, olmalı, olacaktır.

1975 senesinde İstanbul Kadıköy’de doğdu. 2001 yılında İstanbul Üniversitesi Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi Fransız Dilbilimi bölümünden mezun oldu. Beyoglubeyoglu.com sitesinde arşiv, sanat ve müzecilik konularında yazılar yazdı. Kısa bir süre Üsküdar gazetesinde çalıştı. Son üç yıldır yazı ve çevirileri “Yaba Edebiyat” dergisinde yayınlanmaktadır. Zengin bir fotoğraf, belge ve eski kitap koleksiyonu vardır. Kitap çevirmenliğine 2004 senesinde başladı. Halen “Yeni Tiyatro”, “Tiyatro Oyun”, “Genç Gelişim” ve “Yaba Edebiyat” dergilerinde yazıyorum. İş Bankası Kültür Yayınları’na Osmanlıcadan sadeleştirme yapmıştır.
Yayınlanmış kitapları:
Mazi Kaplı Kitap-öykü, deneme-Veli Yayınları-2004;
Geçmiş Zaman Olur ki-şiirler-Birleşmiş Şairler Yazarlar ve Bestekârlar Derneği Yayınları-2004;
Faure ve Sinema Üzerine-çeviri-Es Yayınları-2005;
Camilla ve Charles-çeviri-Marka Yayınları-2005;
Mimar Wittgenstein-İngilizce metin çeviri-AltıKırkBeş Yayınları-2006;
Küçük Mutluluklar-çeviri-Pegasus Yayınları-2006;
NO Kalp Hastalıklarına Son-çeviri-Akis Kitap-2007;
İstanbul 1973-deneme ve arşiv-Lamure Yayınları-2007;
Chatterton-oyun çevirisi-Yaba Edebiyat dergisinde tefrika edildi-2007;
Elveda Üsküdar-deneme ve arşiv-Lamure Yayınları-2008;
Ermeni Mektupları-çeviri-Yaba Yayınları-2008;
Arşivhanemden Sevgilerle-arşiv-Lamure Yayınları-2010.
Birinci Dünya Savaşında İstanbul-çeviri-Yaba Yayınları-2011
GENÇ'ın Yazısı.