Bir hakikate; Dövüş Kulübü, Matrix, Revolver ya da Avatar’da rastlayınca; “Hikmet Hollywood yapımı filmlere mi kaldı” diyen bu tiplerin; aynı hikmeti zahiri bir mürşid-i kamilden duyduklarında da gerçek değerini kavrayabildikleri de görülmüş değildir

Avatar’dan Hikmetler

Avatar’ı daha yeni izledim. Yok! O; Fil Sûresi’yle ilişkilendirilen ve berbat bir senaryosu olan üç boyutlu anime filmden söz etmiyorum. Fanatikleri bilirler:Türkiye’de de gösterilen bir çizgi diziyken, sinemaya uyarlanan gerçek avatardan: Avatar / The Last Airbender’dan söz ediyorum. Neyse amacım film tanıtımı yapmak değil. Zaten işim de değil.

Zararsızlık da Yarar

Filmde dikkatimi çeken iki husustan söz etmek istiyorum. Konuyu o yüzden açtım. İlki şu: Filmin bir bölümünde Avatar (Aeng), ruhlar âleminde (bizim deyişimizle misal âleminde) bir önceki Avatar’ın (Avatar Roku) ruhunun uzantısı olan ejderden Kuzey Buz Krallığı’nı işgal etmeye çalışan Ateş Ulusu askerlerini nasıl durduracağını öğrenmeye çalışırken; ejder, Avatar’a ilginç bir şey söylüyor: “Avatar olarak hiç kimseye zarar veremezsin”. Ejderin Avatar’a söylediği bu şey Avatar olmanın kurallarından. Benim ilginç bulmamın sebebi ise filmde Avatar olmanın kuralı sayılan bu ilkenin, gerçek hayatta yani tasavvufta; evliyalığın kuralı olması.
Sufilerin “İncinmeden ve incitmeden yaşa” şeklinde ifade ettikleri bu mana, aslında bir bütün hayat düsturu. Sonuçta evliyalık Allah’la dost olmak demekse; Allah’tan ötürü Allah’ın yarattıklarıyla da dost olmak demek. Aslında nihai hedef kişiden her şartta hayır, yani fayda tecelli etmesi. Zararsızlıksa hayrın başlangıcı sayılıyor. Çünkü kişiden hiç kimseye hiçbir fayda gelmese bile, en azından zarar da gelmiyorsa; bu da bir hayır sayılıyor. Ve aslında ilk bakışta zannedildiği gibi ehven-i şer bir durum değil. Bilakis; yüksek bir mertebe. Çünkü hayır ve şer sadece yapılanlarda ve söylenenlerde değil; aynı zamanda kalplerin tuttuğu niyetlerde. Zararsızlık derken kast edilen kalpten geçen niyetle bile kimseye kötülük etmemek. Ki öyle kolay ulaşılan bir seviye değil.

İnsana İnsaniyeti Öğretmek

Filmde dikkatimi çeken ikinci husussa şu: Ateş ulusu generallerinden biri balık şeklideki Ay ruhunu öldürmeden önce, buna karşı çıkan yanındaki diğer generale, dalga geçerek “Ruhlar neden böyle basit ve savunmasız bir formda olurlar?” diye soruyor. Diğeri ise şöyle cevap veriyor: “İnsan ırkına insanlığı öğretmek için…”

İnsan ırkına insanlığı yani “insaniyeti” öğretmek… Çoğumuzun öylesine söylenmiş, basit bir film cümlesi olarak görüp geçeceği bu cümle; esasında büyük bir hakikati barındırıyor bünyesinde: İnsaniyet… Ehli olmak için insan ırkına dâhil olmanın yetmediği mana. Sorumluluk makamı…

Hani Allah emaneti göklere, yere ve dağlara… arz ettiğinde onlar onu yüklenmeye yanaşmamışlardı da insan yüklenmişti ya... Hilafetten başkası değildi o yüklendiği! Yani: Âlemlerde Allah’ın sıfatlarını açığa çıkarma, Allah’ın halifesi olma sorumluluğu. Bir manada her şeyden dolayı, her şeyden ve herkesten sorumlu olma makamı. Belki de bu yüzdendir: Balık şeklinde basit bir yaratığın, insan ırkına insanlığı öğretmesi ifadesi beni bu kadar etkiledi. Çünkü biliyorum ki âlemlerdeki her canlı, kendilerine de arz edilen, ancak taşımaktan korktukları için yanaşmadıkları o sorumluluğu kendileri adına da taşıyan insanın başarılı olması için dua halinde. (Bu manada) Çünkü gerçekten de; balıklar da, kuşlar da, ağaçlar da, dağlar da taşlar da… insana insanlığı öğretme derdinde…

Garip değil mi: Söyleyen kişi, ortam ya da üsluptan dolayı, gerçekte olduğundan daha önemsiz gibi görünen pek çok sözün arkasında, hakikatte bu kadar büyük manaların gizli olabilmesi?.. Bilemiyorum, belki de asıl garip olan; basit kelimelerin büyük manaları yüklenmesi değil de insanların şekilci önyargıların kolaycı şehvetini, hikmet ve hakikate tercih etmeleridir. İstisnaları da var tabi ama; ben bizzat kendim şahsen :) çok çektim bu tiplerden. Oysa bir hakikate; Dövüş Kulübü, Matrix, Revolver ya da Avatar’da rastlayınca; “Hikmet Hollywood yapımı filmlere mi kaldı” diyen bu tiplerin; aynı hikmeti zahiri bir mürşid-i kamilden duyduklarında da gerçek değerini kavrayabildikleri de görülmüş değildir. Mesele irşadı filmden ya da mürşitten almakla ilgili bir tercih meselesi değil; hakikat görü ya da hakikat körü olma meselesi. Öyle olmasaydı Efendimiz (s.a.v.) “Bana Hakkı hak olarak bilmeyi ve hakka uymayı nasib et…” diye dua etmezdi.


Sinan Özgenç'ın Yazısı.