Buradan Bütün İşgüzarlara Sesleniyorum
sfaltı dökenler, ızgara yüksekliğini doğru ayarlayamadıkları için otobüsün tekerleği yarıldı. Yolda kaldık. Tek şerit. Arkamızda uzun bir araç kuyruğu. Çaresiz yürüyerek gittik işe. Hava soğuk. Yollar çamur. 20 dakika.
Adamın biri, işini; sadece yapması gerektiği gibi yapmış olsa; -daha fazlası değil- otobüs yolda kalmaz, yol saatlerce tıkanmazdı. Bir işgüzar, eve 3-5 dakika erken gidebilsin diye; yüzlerce kişi işinden gücünden oldu. Kim bilir; hangisinin, nereye, ne zaman, nasıl yetişeceği hangi önem derecesindeydi? Kim bilir hangisinin; hastası, sınavı, iş görüşmesi, randevusu, istirahatı ilh. vardı da yetişemedi?
Bu kişilerin gecikmeleriyle ilgili durumlarından etkilenen kişilerin hayatlarında ne gibi değişimler ve başka etkileşimler daha oldu acaba? Ya bu etkileşimlerden doğan etkileşimler hangi yeni etkileşimleri tetikledi?... Havsalalar almaz. İnsan aklıyla hesaplanamaz.
Buradan bütün işgüzarlara sesleniyorum! Hesaplamaya dahi gücünüzün yetmeyeceği sonuçlar doğuran ihmalkarlıklarınızın hesabını nasıl vereceksiniz bakalım?! Sadece asfaltçıya sormuyorum bu soruyu. O bir örnekti sadece. İşlerini ihmal eden herkese diyorum. Küçücük ihmallerinizin ne kadar devasa sonuçlar doğurabileceğine dair kafa yordunuz mu hiç. Bi’ zahmet?!
İşini İyi Yapmamak Kul Hakkıdır
Biz, kul hakkına girmek deyince; birbirimize yaptığımız çok kaba zalimlikleri anlıyoruz anca. Hırsızlık gibi gıybet gibi darp gibi… Oysa işini/mesleğini iyi yapmamak da kul hakkı pekâlâ. Kişi, işiyle ilgili bir ihmale imza attığında; hem o iş veya üründen faydalanacak olan bireylerin tek tek hem de etkileşim nedeniyle toplumun tümünün hakkına girmiş oluyor aslında.
Hizmetin Büyüğü Küçüğü Olmaz
Hatta aynı sebepten dolayı diyebiliriz ki: İhmalin olduğu gibi hizmetin de büyüğü küçüğü olmaz. Çünkü küçücük gördüğümüz detaylar, umduğumuzun çok ötesinde büyük sonuçlara yol açabiliyor. “Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır.” diye bir söz duydunuz mu hiç bilmem?! Ama anlatmak istediğim meseleyi çok iyi ifade eden bir cümledir bu. “Minik” ihmallerimiz, ilk etapta çok sınırlı bir alanı, az sayıda kişiyi veya önemsiz olayları tetiklermiş gibi görünse de; bu etkileşimden doğan ikincil, üçüncül, dördüncül… ilh. etkileşimlerin nasıl olacağını kestirmemiz neredeyse imkansız. İhtimal tonla. Ama her ne kadar; olası etkileşimlerin çoğu öngörülemez olsa da niyetlerimiz kendi elimizde.
Din Hayatsa Takva Budur
Dostlarımdan biri anlatmıştı: Yolda giderken bir temizlik işçisi görmüş. Kaldırımları süpürenler var ya. Onlardan. Ama nasıl süpürüyormuş?! Uyumakta olan evladının başını okşar gibi. Adamın hali dikkatini çektiği için yanına gitmiş. Neden böyle süpürdüğünü sormuş. Adam da demiş ki: “Yoldan geçenler var, camını açıp evini havalandıranlar var, çamaşır asanlar var, çoluğu çocuğu balkonda oynayanlar var. Ben şimdi bu yerleri sert süpürsem; kalkacak tozun içinde mikroplar var. Ya benim kaldırdığım tozdaki mikrop yüzünden biri hastalanırsa?” Başka nasıl yorumlanabilir bilmem: Din hayatsa takva budur işte!
Takvanın Bedeli
İşte size etkileşime bir örnek daha: O temizlik işçisi, belli ki; bir dereceye kadar da olsa yaptığı işin etkilerini tefekkür edebilecek kadar rikkatli, sorumluluk sahibi biri. Ama acaba şunu düşünmüş müdür hiç: “Kalbindeki takvanın yansıması olan” fiilinin güzel örnekliği; benim bir dostumun dikkatini çekecek de; o da bana anlatacak da; ben de on bin abonesi olan bir dergide bu örneği vereceğim de; oradan da hayatında tanımayacağı bambaşka kişilerin kulağına gidecek de; hatta onların bir kısmını öylesine etkileyip hayatlarını değiştirecek de… Düşünmemiştir zannımca. Ama bu güzel örnekliğin bedeli ahirette o kardeşimizin karşısına ecir olarak çıkacaktır mutlaka. Bırakır mıyım?! Ben de alacağım hissemi bittabi. Güzel bir örneğin yayılmasına vesile oldum sonuçta.
İşte ben buna “… İman edip takva (sorumluluk) sahibi olanlara elbette göklerin ve yerlerin bereket kapılarını açardık/ açarız. ” (Araf 96) ayetinin tecellisi derim!
Sinan Özgenç'ın Yazısı.