Eskiler aramaz iz sürerlerdi. İsmet Özel

İlahiyat fakültesinde okuduğumuz yıllarda Fuad Sezgin’in TÜBA’da (Türkiye Bilimler Akademisi) bir konferans vereceğini duyduk. Konferansın konusu İslam Coğrafyacılığıydı. Sezgin, sözü bir biçimde Gazzâlî’ye getirip onu öven ifadeler kullanınca önümüzdeki pir-i fani profesörler ağız birliği etmişçesine birden bu adam(Sezgin) neden o skolastiği(Gazzâlî) övüyor diye homurdandılar.

Bir delinin kuyuya attığı taşı kırk akıllı çıkaramaz atasözünü tarihte doğru çıkaran hadiselerden biri de İmam Gazzâlî’nin İslam filozoflarını eleştirdiği “Tehafütü’l-Felasife”(Filozofların tutarsızlıkları) adlı eseriyle İslam’da bilimsel düşüncenin önüne set çektiği iddiasıdır. İlk defa oryantalistler tarafından dile getirilen bu iddia, kısa sürede İslam dünyasında bir kaziyye-i muhkeme* haline geldi. Öyle ki İmam Gazzâlî sonrası dönemde yapılan tüm ilmi çalışmalar kaba tabirle fasa fiso sayıldı.

Bir Süpermen portresiyle karşımıza çıkan İmam Gazzâlî, öyle muhteşem güçlere sahipti ki bu esrarengiz güçleri sayesinde İslam düşüncesini Şafiî, Tasavvûfî ve Eşârî bir renge boyayarak onun bundan sonraki şeklu şemâlini belirlemiş oluyordu. Neticedeyse İslam dünyası felsefeyi (bilimi) terk etmiş ve yine oryantalistlerce İslam Rönesans’ı** sayılan hicri ilk dört yüzyıldaki ilerleme(terakki) durmuş oluyordu.

Gazzâlî’den sonrası ise tufandı. Haşiye ve şerhlerin kasıp kavurduğu bir çöle dönmüştü İslam düşünce iklimi(!) Güya artık İslam düşüncesi koyu bir taklidin karanlığına saplanmış, önce yazılmış eserleri açıklamaktan öte bir mana taşımayan haşiye ve şerhlerden başka bir şey üretemez hale gelmişti. Ve ilim sancağı son olarak Endülüs’te düşünce, batılılar tarafından önce İtalya, ardından Rönesans ve Reformla Avrupa burçlarına dikilecekti.

Etkilerini Necip Fazıl’ın Gençliğe Hitabe’sinde*** bile gördüğümüz, batının ilerlemeci tarih anlayışının bir tezahürü olan bu beylik yorumlar kanaatimce artık miadını doldurdu. Ahmet Davudoğlu’nun, İslam Düşünce Geleneğinin Temelleri, Oluşum Süreci ve Yeniden Yapılanması başlıklı makalesinde vukufla ifade ettiği gibi Gazzâlî sonrası İslam düşüncesi istikrar bulmuş bir paradigmanın (dünya görüşü) kendi iç çelişkilerini mümkün mertebe asgari seviyeye indirdiği ve billurlaştığı bir dönemdir. (Divan, 1996/I) Bize göre İslam düşüncesinin istikrar bulduğu, oryantalistlere göre ise donuklaştığı Gazzâlî sonrası dönemin oluşumunda Gazzâlî’nin elbette payı vardır. Ancak İmam Gazzâlî’nin bizzat kendisi bir geçmişin hasılası olduğu gibi, düşünce tarihinin aktığı yatağı bir başına değiştiren bir kahraman da değildir.

Oryantalizmi yaptığı eleştirilerle kökünden sarsan Edward Said’in tanımlamasıyla sömürgeciliğin keşif kolu olan bu doğu bilimciler, ortaya attıkları bu kalıp yargılarla temelde Müslümanlarda şöyle bir özgüvensizlik oluşturmayı hedef almaktadırlar: İslam düşüncesi bir sürekliliği haiz değildir, hicri ilk dört yüzyılda olmuş bitmiş bir arkeolojik eserdir.

Bir ok ne kadar geriye doğru gerilirse o kadar çok ileri gitme istidadı gösterir. Düşünce de bir tarihin eseridir ve düşünebilmek zorunlu olarak geri dönüp bakmayı gerektirir. Kierkegaard’ın nefis ifadesiyle; hayat ileri doğru yaşansa da geriye doğru anlaşılabilir. İslam medeniyetini onun bütün evlatlarının katkısıyla teşekkül etmiş bir tabloya benzetirsek eğer, evvelkiler (mütekaddimûn) resmin ana hatlarını çizmişler; sonrakiler (müteahhirûn) ise ayrıntıları ekleyip, eksiklikleri gidererek rollerini oynamışlardır.

*Sorgulanmadan kabul edilmiş önerme.

**Batılıların altın çağ (gold age) diye de isimlendirdikleri bu tanımlama aslında hakikatin üstüne çekilmiş kara bir perdeden ibarettir. Bir yönlendirme, bir hedef şaşırtmadır.

*** “Devlet ve milletinin yedi asırlık hayatında dört devre/Birinci iki buçuk asır, Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet/İkincisi üç asır kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet” Bu tasnifte kabaca Osmanlı devletinde 1550 sonrası dönem kaba softalıkla yaftalanmakta ve hitabenin devamında ise Osmanlının ilk dönemi yükseltici aşk’la vasıflandırılırken ikinci dönem ise süründürücü satıhçılık’la nitelenmektedir.


Ahmet İğdi'ın Yazısı.