Dertlen: Vefa Ol, Gül Ol!
Gül ol; susuzlara göl ol, fethe gidenin önüne En Gül’ün düştüğü çöl ol, tatlı dile bal ol, hakikate yol ol, sevgilere dil ol, düşkünlere el ol, mahviyetle kül ol, uyuyana zil ol...
eyla ile Mecnun’da şöyle bir hikaye geçer:
“Mecnun bir gün fırsat buldu, Leyla ile oturmaya muvaffak oldu. Leyla, onu sınamak için bir dilekte bulundu:
- Ey âşık! Neyin varsa getir.
- A ay yüzlü, dedi Mecnun, aşkınla ne suyum kaldı, ne kuyum. Ne ciğerimde azıcık kan, ne gözümde bir nebze yaş. Aklımı yağma ettin, uykumu çaldın. Artık bir canım var, emreyle onu vereyim.
- Ben onu senden ne vakit istesem alırım, başka neyin var, sen ondan bahset.
Mecnun o vakit arandı, yakasında sakladığı bir iğnesi vardı, onu çıkarıp sevgiliye sundu.
- İşte varlık aleminde sahip olduğum tek şey bu iğnedir. Bunu da neden taşıyorum bilmek istersen, çölde, ovada seni izlerken çok düşüyorum, kendimden geçiyorum; oralarda ayağıma, bedenime dikenler batıyor; bu iğneyle o dikenleri çıkarıyorum.
- İşte bunu istiyordum ben senden. Eğer aşkında gerçek isen bu iğne nasıl layık oluyor sana? Dikeni çıkarırsan buna vefa mı derler?..”(1)
Diken… Gülsen, seni gül yapan; gülsen, gülmeni yüzünden alan… Derdin senin, sızın, sancın…
Sâhi, var mı senin de, seni senden alan, meşrû bir dert uğruna bir yerlerine, hatta yüreğinin orta yerine batmış bir dikenin, dikenlerin? Yoksa, nasıl bir “gül” olabilirsin ki?
Öyle ya! Dünyaya, bir “gül” olabilmeye gelmedik mi biz?Gül olabilmek.. Kul olabilmenin, ilâhî akademik kariyeri..
Gül olabilmek; bir dikenle, dikenlerle yaşayabilmek.. Kendini gül yapanın, bağrındaki dikenine tahammülden geçtiğini bilmek… Belki de muhabbetten..
Gül olabilmek… “En Gül”e lâyık olan son gül olabilmek..
Bir de şöyle soralım: Ne haber dikeninden? Yerinde duruyor ve sana her an verdiği o ince sızıyla derdini diri tutabiliyor mu?
Onunla hissedebiliyor musun, yattığında yastığının altında, kalktığında da karşında olan mutlak âkıbeti?
Şen kahkahalar içerisindeyken, yüzünde oluşan çizgileri, acı bir frenle durdurulmuş tebessümün teker izlerine dönüştürebiliyor mu?
Doymak için ağzına götürdüğün son kaşık yemeği, manyetik bir iteklemeyle tekrar tabağına bıraktırıyor mu?
Sevgilerini sınatıyor mu sana? Bir karşılık beklemeden beslediğin muhabbetlerin damağında kalan tadı olabiliyor mu?
Yoksa, özgürlüğün tadını çıkardığını düşünürken, tadı çıkarılmış bir hayatın kafesinde, parmaklarının bile sığmadığı parmaklıklar arasından, uzaklara el sallama zorunluluğunu mu hissettiriyor?
Sende “var” olanı, kendisinde “yok” olana ikram etme mükellefiyetinle nasıl aran?
Bildiğini, bilemeyene; bulduğunu, bulamayana; sevdiğini, tanımayana, gönüller arası bir nakliyecilikle, taşıtıyor mu sana?
Çok uzaklarda bir yerde olsa da, zamanın imkanlarıyla öğrenilen bilgilerle, kardeşlik adına, bir zulme, bir hüzne, bir âfete, bir yokluğa, bir sancıya, içi “cız” edebilmek..
Yoksun olunan Âmentü’ye..
Budur diken dediğin. Bir yerlerine devamlı devamlı batıp, oralarda kalması gereken ve seni gül yapacak dert bu, sancı bu, sızı bu, keder bu olmalı.
Afrika derken “af”fın, Pakistan derken, “pâk” olmanın derdine düşmek…
Elbise dolabımızı tıka basa dolduran envaiçeşit kıyafetlerimizin gün be gün sardığı bedenimizde, mütereddit atışlarla kimi zaman şaşkınlaşan kalbimize eskimez bir îman libası giydirecek bir mesuliyet hissiyatı..
Kafanı kaldırmayı, etrafa şöyle bir bakmayı öğreten ve sana “Şu sendeki dert de neymiş?” dedirten şükür şuuru..
Yoksa sen, bir zamanlar acısıyla şeref bulduğun bir dikeni, bir gaflet iğnesiyle gönül bedeninden söküp atanlardan mısın? Ne hâldesin şimdi? Mutlu ve rahat mısın?
Vefâya dair omzuna yüklenmiş mukaddes bir yükü, mâsivâya dalıp gitmekle, bir kör-karanlık çukura boşalttığının farkında mısın?
Sen, vardın! Şimdi yoksun! Dertlenmiştin, oysa şimdi dert oldun…
Dertlenebilmeyi bir defa becerebilen, kurtarabilmeyi de becerebilecek olandır.
Şu dikenin, orada kalması lâzım. Orada, battığı yerde.. Ve dikenlerin batmasına alışık olmaya.. Bu batış ve sızı duymalara alışık olmak, hatta şükrünü îfâ için, secdeleri bile çoğaltmak lâzım..
Gül ol; sana sarılanla, kan bağın olsun.. Gül ol, taşı bedeninde, seni ebedî kurtuluşa taşıyacak olanı..
Gül ol; susuzlara göl ol, fethe gidenin önüne En Gül’ün düştüğü çöl ol, tatlı dile bal ol, hakikate yol ol, sevgilere dil ol, düşkünlere el ol, mahviyetle kül ol, uyuyana zil ol...
Gül ol.. Âlemi mest edecek o gül, sen ol…
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.