Fikirler Çarpıştığında...
Biz nedense ciddi meseleleri konuşmaktan çok, muhabbet etmeyi seviyoruz. Ne hâle getirdik güzelim muhabbet kelimesini bakar mısın? Lüzumsuz, seviyesiz, ceviz kabuğunu doldurmayacak gevezeliklerin adını muhabbet koyduk.
evgili Dostum,
“Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar” demiş Namık Kemal. Yani fikirlerin çarpışmasından hakikat şimşekleri çakar. Düşünsel alışveriş ve tartışmalar yeni fikirlerin doğmasını sağlar. Hem fikrin sahibi aydınlanır bu alışverişten, hem etraftakiler.
Bu vesileyle ben de kimi konuları paylaşmak istiyorum, kaç zamandır seninle. Yine eskilerin deyimiyle fikir teatisinde bulunmak arzu ediyorum. Biliyorum ki, bilgi ve düşünce fikir teatileriyle gelişip olgunlaşır. Fark edilemeyenler fark edilir, karşılıklı müzakerelerle. Varsa yanlışlar düzeltilir. Yeniden üretilir bilgi, bereketlenir.
Mektuplaşmalar, bunun için bir vasıta. Yüz yüze görüşmelerin mümkün olmadığı durumlarda en güzel yöntem mektuplaşma. Âlimler, aydınlar mektupla paylaşmışlar fikirlerini. Bin yıllar boyu. Bunun eşsiz örnekleriyle dolu kültür mirasımız. Mektûbat türü eserler kütüphanelerimizde boy boy. Bunlardan Namık Kemal’e göz atalım sözgelimi. Yukarıdaki sözünü de ete kemiğe büründürmüş olalım böylece.
Aydınlanma ile birlikte entelektüeller arasında fevkalade yaygınlaşır mektuplaşma. Dünyayı değiştirme niyetindeki aydınlar arasında… Bu mektuplaşma öyle bir seviyeye ulaşır ki, “mektuplar cumhuriyeti” denir, bu yeni entelektüel dünyaya. Bedri Gencer’in verdiği bilgiye göre, 1867’de etrafına haftada en az yüz mektup yazdığını söyler Namık Kemal. Paris’ten babasına yazdığı bir mektup vesilesiyle… İmparatorluk ve İslam dünyasının, onun fikirleriyle tanışmasında bu mektupların rolü büyük olmalı.
Geçenlerde, Arap dünyasının iki büyük düşünürünün mektuplaşmalarına rastladım. Hasan Hanefi ve M. Âbid Cabiri’nin... Biri Arap dünyasının doğusundan, diğeri batısından… Hıvâru’l-Meşrık ve’l-Mağrib (Doğu-Batı Diyalogları) tam bir müsademe-i efkârdı gerçekten. Arap dünyasının kendine özgü problemlerine ışık tutan mektuplar bunlar. Aynı zamanda İslam dünyasının... Siyasî ve sosyal bakımdan paramparça olmuş Arap dünyasına, fikrî yolla bir diyalog zemini hazırlamayı amaçlıyor mektuplar. Hakikaten ciddi bir fikrî seviye var mektuplarda.
Azizim, sen de farkındasındır. Bizim toplumumuzda fikrî meseleleri konuşup tartışmak gerçekten seviyesini yitirdi. Nitelik açısından demiyorum bunu sadece. Nicelik açısından da diyorum. Etrafımızda düşünsel, entelektüel meselelere kafa yoran insanlar çok çok azaldı gibime geliyor.
Siyaseti kastetmiyorum tabii burada. Evet, siyasetten, futboldan konuşmak istersen her yerde konuşacak birilerini bulabilirsin. Aşırı bir politize olmuşluk var. Ancak ilmî, düşünsel meseleler bazen zoraki açılıyor. Açıldığı gibi de kapanıyor. Okumuş kesimler arasında böyle bu. Çünkü derinlik yok. Ne geçmişten haberimiz var, ne yeni düşüncelerden.
Biz nedense ciddi meseleleri konuşmaktan çok, muhabbet etmeyi seviyoruz. Ne hâle getirdik güzelim muhabbet kelimesini bakar mısın? Lüzumsuz, seviyesiz, ceviz kabuğunu doldurmayacak gevezeliklerin adını muhabbet koyduk. İşin daha ilginci, bunu şimdilerde elektronik ortama taşıdık. Oyalanıp duruyoruz işte.
Bir de taşrada olmanın mahrumiyetini yaşıyoruz herhalde. Taşrada, yani İstanbul dışında... Fikrî faaliyetlerde çevre çok önemliymiş, gerçekten. Ben, daha gençken her şeyi kitaplardan öğrenebileceğime inanıyordum. Kitap olsun yeterdi. Başka insana ne hacetti! Hayır, öyle değilmiş kardeşim. Belki anlamsız bulacaksın ama ben kitaplara, okumaya olan inancımı yavaş yavaş yitirmeye başladım. İlim, ilim-fikir halkalarında; irfan sohbet-zikir meclislerinde öğreniliyormuş. Sadece öğrenmek mi? Bunlar insanın ruhuna doluyormuş!
Bakıyorum, benim okuyarak, göz nuru dökerek belki yıllar sonra elde ettiğim bir bilgi, çevresini bulan bir arkadaşım için sıradan bir şey. Oku, oku; paylaşabileceğin insanlar da sınırlı. (İyi ki zaman zaman seninle bazıları paylaşabildik! Şimdi oturma imkânımız da kalmadı. Elimizde telefon; konuş, konuş, bundan da çok hazzetmiyorum.)
Ne diyordum? Hakikaten muhit önemli... Şifahi kültür, gelenek dediğimiz hadise var ya! Hakikaten bilgiyi elde etmede, üretmede fevkalade mühimmiş! Şifahi kültürden koptuk. Kitapların satır aralarına mahkûm olduk. Bazen düşünüyorum da yahu biz Sübha-i Sıbyan’da ezberletilen Arapça kelimeleri bile bazen bilemiyoruz. Ne kadar okusak da eksik olan bir şeyler var işte. İlla meclisini bulup dinleyeceksin. Geleneği tevarüs edeceksin.
Bir hocaefendi, “Ben Kaside-i Bürde’yi çocukken babamın sohbet meclislerinde ezberledim” diyor. Buyur işte! Sen bana sorsana, Kaside-i Bürde’yi Arapçasından bir kez okudun mu diye? Düştüğümüz seviyeye bak! Sen bırak Muallaka şairlerini, İmruü’l-Kays’ı, Müberred’i, Buhtiri’yi falan!
Neyse, ben sözü daha fazla uzatmayayım. Hakiki muhabbetimizin ve mektuplaşmalarımızın berdevam olması niyazıyla… Sağlıcakla kal kardeşim.
Mesut Kaya'ın Yazısı.