Üniversitedeyken elinde kitapla yürüyen arkadaşlara dikkat ediyordum. Şimdi de çevredeki bazı arkadaşların bir şiirle, şairle, yazarla, kitaplarla tanışma sürecine dikkat kesiliyorum. Matematik öğrencisiydim, sınıf arkadaşlarım roman okumaya ısınmak için Olasılıksız’ı okuyordu. Doğrudan Kemal Tahir veya Dostoyevski okusalar, işin anlamına ve zevkine varacak zekaya çoktan sahip olmalarına rağmen. Olasılıksız hâlâ bestseller. Kötü bir kitaptır demiyorum, zaten okumadım; ama özellikle internetteki zeka seviyesi 15 yaş düzeyindeki yorumların zeki ve iyi arkadaşları çeldirmesi canımı sıkıyordu.

Çünkü, mesela: şiir kitaplarından haberdar oluşumuz genelde şairlerin hoşuna gitmeyecek şekilde gerçekleşiyor Türkiye’de. Çünkü: Şair şiir yazar ve şiirinin önce şiirde okunmasını ister. Ve şiirinin şiirle ölçülmesini ister. [Edip Cansever’in düzyazılarının toplandığı kitap: Şiiri Şiirle Ölçmek!] Özellikle genç şair şiirinin yayımlandığı dergide okunmasını ister. Özellikle genç yazar, yazarla okur arasındaki perdelerden dalgalardan rahatsız olur! Çünkü perdelerin ve dalgaların çoğu şiirlerle irtibatımızın sahihliğini zedelemeye hazır. Türkiye’de özellikle böyle. Nasıl oluyor bu iş?

Sözlüklerde arama, çünkü sen…

Bir şairi, yazarı bir internet sitesinden, blogtan, bültenden, gazeteden tanımak kötü bir şeydir mi diyorum; hayır.  Fakat, bu tür tanımalar arızalara oldukça elverişli oluyor. Bununla çok karşılaştığım için söylüyorum. Yeni bir şairle, şiirle karşılaşan bir arkadaşımı gözlemliyorum: Şiirin alıntılandığı gazete, blog, haber çevresine ( iyi niyetle de olsa) bakarak hızla şair hakkında kanaat ediniyor. Çünkü: Avangard, muhalif, muzip, isyankâr internet siteleri ve sözlükler dergide gördüğü şiirin soyunu, karekterini –şiirin tümünü alıntılamış olsa bile- sayfa tasarımı ve söylemiyle çarpıtarak sunuyor. Şair yandaşlarına söz pompalayan günlükçü konumunda gözüküyor seyredene. Bu çok sakat ve çarpık bir şey. Diğer yandan, internet sitelerinde şairler, yazarlar hakkında yorum, entry v.s. döktürenlerin çoğu o şairi yazarı tam okumamış kişiler! Espri yapmaya çalışıyorlar yahut bireysel hazlarıyla yaralarıyla oynuyorlar. Sözlüklerde dönen ‘dedikodulara’ mekan sağlayan editörler de aynı hazzın ve yaranın insanları. Sözlüklerde “entry” veya “etiket” diye isimlendirilen tanımlar akıyor sabahtan akşama kadar. Bu etiketler, postmodern mekanların teorilere ve ideolojilere çalışmaktan üşenen çocukları için sanal tatmin araçlarıdır.

Bütün sözlüklerin bütün yazarlarını yaftalayamayız. İnsanların boş zamanlarında cümleler kurarak eğlenmeleri de bizi ilgilendirmez. CNN televizyonunun 16. katında işten artırdığı zamanlarda kapiçinosuyla beraber sözlüklerde dedikodu kovalayan adamdan banane. Ama birileri eğlencenin dozunu kaçırıyor. Daha çok dedikodu yapıyor, daha az tespit, daha çok tanrılaştırma yahut yerin dibine geçirme var, daha az itidal ve bütünlük. “Sevgilisinin çantasını taşıyan İslamcı erkek” türünden bir sürü entry patlatıyor İslami sözlükler de. Sorsan, sosyolojik bir olgudur diyecek en fazla. Sosyolojiyi de olguyu da ayağa düşürdün, helal! diyeceğim ben de en fazla.

Sonuç: Şair, şiir kitapta dergide tanınır.

Hayatımızın her yönünden yönlendirmeler etiketler akıyor. Bu şartlar içinde, bazen “Bu adamı nasıl bir adamdır” demeden önce “Bu adamı en doğru nasıl tanırım,” demek gerekir. Bir yazarla tanışırken kitap sayfalarının ciddiyetini sözlüklerin eğlencesine tercih eden taraftayız.

Çünkü, daha temelde,   İnsanı kendinden dışarı çıkarandan, insanı insandan alıkoyandan, İnsanların arasında duran insanlardan hoşlanmıyoruz. Ayrımlar değil bağlantılar üreten yolun yolcusuyuz.


Ali Düz'ın Yazısı.